Darwinistlerin Yanıltıcı Etiketi: Yakınsak Evrim

-Yakınsak evrim- terimi, canlılardaki benzer yapıların benz er çevresel ihtiyaçlara bağlı olarak birbirinden bağımsız süreçlerde gerçekleştiği varsayılan evrimini tanımlamak için kullanılır. Örneğin, evrimcilerce yakınsak evrimle ortaya çıktığı varsayılan yapılardan birisi, kanattır. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kuşlarda kanat vardır, sineklerde de kanat vardır, ayrıca geçmişte yaşamış bazı uçan sürüngenlerde de kanat vardır. İşte bu gibi genel hatlarıyla benzeyen yapıları evrimciler, evrim delili gibi kullanmaya çalışırlar. Ancak bu son derece yanıltıcıdır.

Evrim teorisine göre, canlılardaki benzer yapılar ortak atadan kalıtımın ürünü kabul edilir (homoloji). Oysa kuş, yarasa, uçan sürüngen ve sinkler birbirinden derin fizyolojik ve morfolojik farklılıklarla ayrılan, hayali evrim ağacında bile birbirlerine çok uzak canlılardır. Ve bu dört farklı sınıfın, evrimcilerce önerilebilmiş hayali de olsa ortak bir atası bulunmamaktadır.

Peki nasıl olup da, evrim teorisinin iddialarına göre bile birbirlerinden on milyonlarca, yüz milyonlarca yıl önce ayrılmış olan bu canlıların soylarında böylesine çarpıcı benzerlik ortaya koyan yapılar gelişebilmiştir?

Görüldüğü gibi burada homoloji teziyle açıkça çelişen bir durum söz konusudur. Evrimciler işte bu noktada “yakınsak evrim” hikayesine başvurmakta, kanatın bu canlıların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde birbirinden bağımsız olarak, dört defa evrimleşmiş olduğunu iddia etmektedirler. Ancak bunu yaparken tarihsel bir gerçekten söz eder gibi bir anlatım ortaya koymaktadırlar. Görünürde kendinden emin olan bu anlatım şekline profesyonel bilim dergilerinin sayfalarında sık sık rastlamak olasıdır.

Ancak bu durum yanıltıcı olmamalıdır. “Yakınsak evrim” tamamen hayali bir süreçtir, bilimsel olarak açıklanmış bir süreç kesinlikle değildir. Evrimciler, yakınsak evrimle doğadaki birtakım benzerlikleri açıklar gibi görünseler de aslında yaptıkları şey teorilerini açıkça reddeden birtakım benzerlikleri hasıraltı ederek örtbas etmektir. Yakınsak evrimle ilgili aşağıda açıklanan gerçekler okunduğunda, bunun evrim teorisini ayakta tutmak için kullanılan bilim dışı bir araç olduğu anlaşılacaktır.

1. Aralarında evrimsel ilişki kurulamayan canlılarda görülen benzerliklere iki çarpıcı örnek:


Tazmanya kurdunun kafatası

Kuzey Amerika kurdunun kafatası

Evrim teorisine göre, keseliler ile plasentalı memelilerin 100 milyon yıl kadar önce birbirlerinden ayrılmış olduğu varsayılmaktadır. Ancak ne gariptir ki, birbirlerinden bu denli derin zaman dilimleriyle ayrılan bu canlılardan bazıları neredeyse aynı özelliklerde yapılara sahiptir.

Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki ilginç benzerliklerden biri, Kuzey Amerika kurdu ile Tazmanya kurdu arasındadır. Bu canlılardan ilki plasentalılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasına dahildir. Evrimci biyologlar, bu iki farklı canlı türünün tamamen ayrı birer evrim tarihine sahip olduklarına inanırlar. 1 (Avustralya kıtasının ve çevresindeki adaların Antartika”dan ayrılmasından itibaren, keseli ve plasentalı memelilerin ilişkilerinin kesildiği varsayılır ve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.) Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdunun iskelet yapılarının neredeyse tamamen aynı olmasıdır. Özellikle kafatasları, yan sayfadaki şekilde görüldüğü gibi, birbirlerine olağanüstü derecede benzerdir.

Bir diğer çarpıcı örnek, farklı canlıların gözlerindeki şaşırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Mürekkep balığı ve insan, aralarında hiçbir evrimsel bağlantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri, yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. Evrimcilerce insanla mürekkep balığının benzer gözlere sahip ortak bir atası olarak önerilebilen hiçbir aday bulunmamaktadır, çünkü ikisi birbirine biyolojik olarak son derece uzaktır.

2. Yakınsak evrim, bilimsel olarak açıklanmış bir süreç değildir. 


Mürekkep balıkları, evrimcilerin ortaya attığı “hayat ağacı”na göre insana en uzak canlılardan biridir. Ancak mürekkep balığı gözü ile insan gözü tamamen aynı yapıya sahiptir. Bu durum, benzer yapıların evrime delil olmadığının bir göstergesidir.

Evrimciler, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdu arasındaki kafatası anatomisi benzerliğini; mürekkep balığı ile insan arasındaki göz anatomisi benzerliğini ya da sinek, yarasa, uçan sürüngen ve kuş arasındaki kanat anatomisi benzerliğini yakınsak evrimin ürünü kabul etmektedirler. Ancak bu gibi benzerlikleri profesyonel bilim dergilerinde açıklar görünen bilim adamlarının, yakınsak evrimden tarihsel bir gerçekmiş gibi sözetmeleri yanıltıcı olmamalıdır. Bu kendinden emin üslup herhangi bilimsel bir dayanağa dayanmamakta, sadece söz konusu bilim adamlarının evrime olan dogmatik bağlılığını kanıtlamaktadır.

Evrimcilerin bir dogma olarak doğru kabul ettikleri yakınsak evrimin nasıl gerçekleşmiş olabileceği sorusu, aslında evrimciler için tamamen cevapsızdır. Örneğin, ingiliz bilim dergisi New Scientist “Yaşamın Gizemleri” başlığıyla yayınladığı bir makalede evrimci Frans de Waal”dan şu sözleri aktarmaktadır:

“Yakınsak evrim, yaşamın aynı probleme birden fazla kez birbirine sıradışı derecede benzer olan çözümlerle geldiği bulgusudur. Kamera tipi göz, buna iyi bir örnektir. Yakınsak evrimle ilgili büyük soru şudur: Yaşamı belli çözümlere yönlendiren şey nedir? Yaşamın üzerinde hareket etmeye zorlandığı bir tür temel zemin, daha derin bir prensipler grubu veya modeli var mıdır? ” 2

Waals, kamera tipi gözün sözde yakınsak evrimin hangi prensiplerine göre gerçekleşmiş olabileceği konusunu bilimin en büyük soruları arasında anmaktadır. Evrimci Frank Salisbury ise bu soruyu düşünmenin başını ağrıttığını yazmaktadır:

“Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin mürekkep balığında, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır.” 3

Görüldüğü gibi evrimci Waals ve Salisbury gözün yakınsak evrimle ortaya çıktığına inanmakta ancak kendilerine sorulacak “nasıl?” sorusuna verecek hiçbir cevapları olmadığını ifade etmektedirler.

Darwinizm”in etkili eleştirmenlerinden Cornelius G. Hunter, evrimcilerin yakınsak evrimle ilgili iddalarını detaylarıyla araştırmış bir bilim adamıdır. Hunter, evrimcilerin yakınsak evrim açıklamasının bilimsel değeri hakkında şunları ifade etmektedir:

“Kuşkusuz evrim teorisyenleri tüm bunları [aralarında evrimsel ilişki kurulamayan canlılardaki benzerlikleri] kendilerince açıklayabilir ama açıklamalar, evrimin süreç içinde belli bir çevresel koşullar kümesinde hayvan veya bitki hayatı için en verimli yapıyı nasıl seçtiği hakkında kapsamlı genellemelerin ötesine geçmemektedir.” 4

Kısacası evrimcilerin bunları açıklamada yaptığı şey söz konusu organların faydasına bakarak, bunların hayvana bu faydayı kazandıracak şekilde evrimleştiği ve bunun birden fazla kez gerçekleştiği masalını anlatmaktan ibarettir. Ve yakınsak evrime dair evrimci yargılar, her ne kadar kendinden emin görünürlerse görünsünler, birer bilimsel açıklama değil, evrimi bir dogma olarak kabul etmiş bilim adamlarının inanç ifadeleridir.

3. Benzerliklerin homoloji ürünü mü yoksa yakınsak evrim ürünü mü olduğu açıklaması, ön yargıya dayalı bir tercihin sonucudur. Ve bu tercihle ilgili belirsizlikler “gerçekten endişe vericidir”.


Bir uçan sürüngenin, bir kuşun ve bir yarasanın kanatları.

Evrimcilerin homoloji tezi, benzer morfolojilere (yapılara) sahip tüm canlılar arasında evrimsel bir ilişki kurma mantığına dayanır. Oysa, aralarında yakın akrabalık ilişkisi kurulamayan canlılar arasındaki benzerliklere sık sık rastlanmaktadır. Neo-Darwinizm”in önemli eleştirmeni moleküler biyolog Michael Denton, homolojiyle açıkça çelişen bu durumu şöyle ifade eder:

“Doğa, yakınsaklığın örnekleriyle doludur: balinaların, ihtiyozorların ve balıkların genel şeklindeki benzerlik; balina ve ihtiyozorun yüzgeçlerinin kemik yapısındaki benzerlik; bir katır ile bir böcek türü olan katır çekirgesinin ön bacaklarındaki benzerlik; omurgalılar ve kafadan bacaklıların göz tasarımındaki büyük benzerlik ve kuşlar ile memelilerin kulak salyangozundaki benzerlik. Tüm bu örneklerde benzerlikler, oldukça çarpıcı olmalarına karşın, yakın biyolojik ilişki göstergesi değildirler.” 5

Bu durum karşısında, evrimciler bu organların “homolog” (yani ortak bir atadan gelen) organlar değil, “analog” (aralarında evrimsel ilişki olmadığı halde birbirine çok benzeyen) organlar olduğunu söylerler. Örneğin insan gözü ile mürekkep balığı gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrimcilerin ön yargılarına göre cevaplanır. Ancak bu cevaplar evrimciler arasında süregelen tartışmaların belirsizliğinde hiçbir kesinlik ifade etmemektedir. Dahası bu durum evrimciler açısından endişe verici bir boyut taşımaktadır. Darwinizm”in günümüzdeki en bilinen savunucularından Richard Dawkins bunu şöyle itiraf eder:

“Eğer taksonomistler akrabalık derecesini ölçmede benzerlikleri kullanıyorlarsa neden bu hayvan çiftlerini birleştirir görünen esrarengiz yakınlıklarla aldanmamıştır? Veya, soruyu daha endişe verici bir şekilde sorarsak, taksonomistler bizlere iki hayvanın -örneğin tavşanın ve yaban tavşanının- gerçekten yakından bağlantılı olduğunu söylediklerinde, muazzam bir yakınsaklıkla aldanmadıklarını nasıl bilebiliriz? Bu soru gerçekten endişe vericidir çünkü taksonomi tarihi, taksonomistlerin geçmiş meslektaşlarının tam da bu nedenden ötürü yanıldıklarını ilan ettikleri örneklerle doludur… Gelecek nesil taksonomistlerin, fikirlerini bir kez daha değiştirmeyeceklerini kim söyleyebilir ki? Yakınsak evrim, yanıltıcı benzerlikleri böylesine etkili şekilde aldatıcı kıldığına göre, taksonomiye nasıl bir güven besleyebiliriz?” 6

Görüldüğü gibi evrimciler bir organın homolog değil analog ya da analog değil homolog olduğuna dair iddialarını savunmada, henüz kendilerini bile ikna edici derecede sağlam görünür kriterlere sahip değildirler.

4. Evrimcilerin, teorilerinin aleyihindeki kanıtları örtbas etme yöntemi: Yakınsak evrim

Yukarıda anlatılanlar, yakınsak evrimin herhangi bilimsel bir dayanaktan yoksun, tamamen hayali bir açıklama olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak evrimciler, tüm bilimsel yetersizliğine rağmen bu hayali açıklamaya sıklıkla başvurmaktadırlar. Neden? Çünkü bu hayali açıklama, bilimsel araştırmaların önlerine koyduğu ve evrimciler açısından son derece rahatsız edici bazı sgerçekleri örtbas etmelerine yardımcı olmaktadır.

Denton”ın da belirttiği gibi doğada, aralarında biyolojik ilişki kurulamayan canlıların son derece benzer yapılara sahip olması sık rastlanır bir durumdur. Buna dair her örnekte, evrimcilerin “benzerlikler ortak atadan kalıtımın delilidir” şeklinde özetlenebilecek homoloji tezi sarsılmaktadır. Bu durumda bilimsel olarak uygun tutum, oldukça fazla ve somut bulgu tarafından reddedilen homoloji tezinin yanlışlığının kabul edilmesidir. Ancak evrimciler, homoloji tezinin aldığı yaraları konu edecekleri yerde, ortadaki toz bulutunu, hemen yakınsak evrimi sahneye davet ederek perdelemeye çalışmaktadırlar. Böylece ortak atadan kalıtım tezini reddeden bilimsel bulgulara, yakınsak evrim etiketi kullanılarak, evrimle açıklanmış izlenimi verilmektedir.

UC San Diego Üniversitesi”nde görev yapmakta olan Casey Luskin, bu benzerliklerin bilinçli tasarım ürünü olduğunu savunan bir bilim adamıdır. Luskin, evrimcilerin yakınsak evrim açıklamalarının, teoriyi reddeden kanıtları halı altına süpürmektenfarksız olduğunu belirttikten sonra şöyle demektedir:

“Ancak aleyhteki bu örnekler bir yere gitmemektedir ve kanıtların tutarsız bir şekilde ele alınması, bilimde hayatta kalmak için uzun vadede uygun bir davranış değildir”. 7

5. Yakınsak evrim akla aykırı bir senaryodur

Biyoloji hakkında biraz bilgi sahibi olan bir kimse, yakınsak evrim iddiası üzerinde düşündüğünde, bunun akla tamamen aykırı bir senaryo olduğunu görebilir. Şimdi bunu kısaca açıklayalım.

Kanat, kafatası ve gözdeki benzerlik örnekleri, canlıların dış görünümüyle yani morfolojileriyle ilgilidir. Canlıların morfolojisi yani dış görünümü de DNA”daki genetik bilgiye göre belirlenir. Bu yüzden yakınsak evrim senaryosu, bu yapıların moleküler seviyede bir evrimin ürünü olduğunu varsaymaktadır. Bu iddiaya göre bunları üreten moleküller birbirlerinden bağımsız yollardan, benzer yapıları geliştirecek şekilde, yani yakınsak evrimle evrimleşmiş olmalıdır. Ancak bu senaryo, bilimsel bulgular karşısında gerçekdışı bir hayal olmaktan öte anlam taşımamaktadır. Bunu açıkça ortaya koyan bir örnek, evrimci Paul Erbich”in çalışmasıdır.

1969 yılında yapılan bir bilimsel keşif, hemoglobinin çok değişik canlı kategorilerinde tamamen aynı yapı ve fonksiyonda bulunduğunu ortaya koyarak homoloji (ortak atadan kalıtım) iddiasına öldürücü bir darbe vurmuştur. Evrimci Paul Erbich, 1985 yılında yayınlanan bilimsel makalesinde, çok farklı canlı kategorilerinde paylaşılan hemoglobin molekülünün rastlantısal evriminin ihtimal hesabını yapmıştır. Erbich, bu molekülün farklı farklı kollardan evrimleşme senaryosunu matematiksel olarak irdelediği yazısında şunları yazmıştır:

“Yaklaşık olarak aynı yapı ve fonksiyona sahip (homolog) proteinler filogenetik olarak [hayali hayat ağacı üzerindeki bağlantıları açısından] farklı olan hatta uzak olan kategorilerde ortaya çıkarılmaktadır (örneğin omurgalılarda, bazı omurgasızlarda ve hatta belli bitkilerde bulunan hemoglobin molekülleri)… Yaklaşık olarak aynı yapı ve fonksiyona sahip iki proteinin yakınsak evrimle ortaya çıkma ihtimali makul sayılamayacak kadar azdır, böyle bir yakınsaklığın gerçekleşme ihtimalini görünürde artırabilecek olan mevcut tüm şartlar sağlanmış olsa bile. Buna göre, iki farklı ancak fonksiyonel olarak bağlantılı proteinin rastlantısal evriminin makullük derecesi daha fazla görünmemektedir“. 8

Erbich”in matematiksel incelemeye dayalı bu yorumu, sadece iki protein düzeyinde yakınsak evrimin olasılığı hakkındadır. Örneğin, insan ve mürekkep balığında paylaşılan göze dair yakınsak evrim senaryosunda ise, yapısal ve fonksiyonel olarak çok geniş bir çeşitlilik ortaya koyan miktarda protein söz konusudur. Erbich”in yorumlarına göre gözün yakınsak evrimi senaryosunun tamamen ihtimal dışı ve akla aykırı bir senaryo olduğu açıktır.

Bunun akla ne derece aykırı olduğunu göstermek için şöyle bir örnek verilebilir:

Birbirlerinden habersiz olarak ve farklı ortamlarda çalışan ve mimar, mühendis ve işçilerden meydana gelen iki kalabalık gruptan birer “şehir” tasarlayıp imar etmelerinin istendiğini farz edelim. Ve bu şehir tren istasyonu, hastaneleri, parkları, konutları, yolları ile eksiksiz bir şehir olsun.

Bu iki grubun uzun bir süre çalıştığını ve ürettikleri şehirleri incelediğimizi farzedelim. Acaba bunların birbirlerine neredeyse tıpatıp benzer olma ihtimali olabilir mi? Elbette olamaz ve bunu iddia etmek akla aykırıdır.

Üstelik yakınsak evrim senaryosuna inanmak, bu iki şehrin birbirine son derece benzer olacağına inanmaktan daha da akıl dışıdır. Çünkü verdiğimiz örnekte bir amaca yönelik olarak hareket eden bilgi ve yetenek sahibi işçiler çalışmaktadır. Evrimcilerin senaryosunda ise tesadüflere dayalı, hiçbir aklı bulunmayan, planlama ve ileriyi görme yetenekleri bulunmayan mutasyonların çalıştığı varsayılmaktadır. Kısaca hatırlayacak olursak, bilimsel gözlemler, mutasyonların genetik bilgiyi tahrip ettiğini, canlı için yıkıcı nitelikte olduğunu ortaya koymuştur.

Buna göre, yakınsak evrimi savunan evrimcilerin inancı; mevcut yapı malzemelerinin ardı ardına gelen depremlerle organize olacağı ve ortaya birbirine neredeyse tamamen benzer iki şehir çıkarabileceği inancı kadar kör bir inançtır.

6. Analog organların gerçek kökeni “ortak tasarım”dır.

Evrimci ön yargılara körükörüne bağımlı olmayan birisi için, “analog olarak nitelenen organların kökeni nedir?” sorusuna verilebilecek akılcı cevabın “ortak tasarım” olduğu açıktır. Bu yazıda örnek verilen kanat, kafatası ve göz gibi organlar, kendi içlerindeki kompleks organizasyonlarıyla açık bir tasarım ortaya koymaktadırlar. Dahası, bu organlar canlıların hayatlarını çevreye uyum sağlamış şekilde sürdürmesine katkılarıyla da bir amaç ve dolayısıyla bir plana göre tasarlandıklarını kanıtlamaktadırlar.

Ayrıca bu organların her biri “kompleks morfolojik yenilikler”dir. Fosil kayıtlarında ne kanat, ne kafatası ne de gözün kademeli olarak geliştiğini gösteren deliller mevcuttur. Bunlar kusursuz yapılarıyla aniden ortaya çıkarlar. Bu organların, doğa tarihinde yaşamış canlılarda geniş bir yayılım ortaya koyması ve aniden ortaya çıkmaları bunların her bir canlı için ayrı olarak tasarlanmış ancak temelde ortak bir tasarım ortaya koyan yapılar olduğunu göstermektedir.

Örneğin, birbirlerinden bağımsız olarak hareket eden farklı farklı uçak fabrikaları, mümkün olabilecek tüm tasarım tercihleri açısından birbirlerinden farklı uçaklar üretiyor olsalar da uçaklarının motorunu, sadece motor üreten belli bir fabrikadan seçip tamamen aynı motoru kullanabilirler. Kargo, askeri veya yolcu taşıma amacıyla üretilen bu farklı uçakların aynı motora sahip olması, motorun üç kez tesadüflerle ortaya çıktığını göstermez.

Motorda açık bir tasarım olduğu gibi, biyolojik yapılarda da apaçık bir tasarım vardır. Canlılardaki kusursuz biyolojik yapıları üstün güç sahibi olan Allah yaratmıştır.

Nitekim modern bilimin, gözün genetik altyapısıyla ilgili ortaya koyduğu bulgular da Darwinizm”i yıkmakta, yaratılış gerçeğini doğrulamaktadır. Darwinizm”in önemli eleştirmenlerinden matematik doktoru David Berlinski bu gelişmenin teoriyi geçersiz kılışını şöyle açıklar:

“Gözün kökeniyle ilgili kanıtlar için “yeni ve hayret verici kanıtlar” diyen Mr. Gross”a katılıyorum. Şimdi, gerçeklere bakalım. Halder, Callaerts ve Gehring”in İsviçre”deki araştırma grubu Drosophilia”daki ey geninin fare ve insanda gözün gelişimini kontrol eden genlerle tıpatıp aynı olduğunu keşfetti. Uzun bir süredir yerleşmiş bir Darwinci açıklama olan yakınsak evrim şimdi artık kararırken görülebiliyor. Aynı grubun daha yeni olan “Induction of Ectopic Eyes by Targeted Expression of the Eyeless Gene in Drosophila” (Science 267, 1988) başlıklı makalesi, ey geninin, su fıskiyesi (Ascidians), kafadan bacaklılar ve Nemertean”larda (renkli su solucanlarının oluşturduğu bir filum, kategori) karşılığı olan göz geniyle oldukça benzer olmasını göstermesiyle biyoloji tarihindeki en çarpıcı makaleler arasında yer alıyor.

Bu durum, ey geninin fonksiyonunun çok hücreli canlılar arasında evrensel olduğunu ve gözün temel tasarımını yarım milyar yıldır paylaştıklarına dair kuvvetli delil oluşturuyor. Ey geni açıkça, son derece farklı organizmalara genel talimatlar verebilen bir ana kontrol mekanizması. Bu gerçeklerin bilgisine sahip hiçkimse bunların Darwinci teoriyi desteklediğini hayal edemez. Nasıl olur da rastlantısal varyasyon ve doğal seleksiyon mekanizmaları, morfolojik gelişimin seyrini önceden tahmin etme ve oldukça farklı organizmalarda bunun ifadesini kontrol etme kapasitelerine sahip bir araç üretmiş olabilir?” 9

Bu durum, gözün gelişimini kontrol eden bu genin yüzmilyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramadığını ve söz konusu filumların doğa tarihi kadar eski olduğunu ortaya koymaktadır.

Dahası, bilinen ilk hayvan grupları 530 milyon yıl kadar önce Kambriyen döneminde aniden ortaya çıkmışlardır ve temel göz tasarımının beşyüz milyon yıllık bir geçmişe sahip olması,böylesine kompleks bir genin hayvan tarihinin henüz başında bir dönemde aniden ortaya çıktığını göstermektedir. Elbette bu kompleks tasarımın böylesine farklı filumlarda aynı anda ortaya çıkışı ve yüzmilyonlarca yıl değişime uğramaması Darwinizm”i kesin olarak yıkmaktadır. Bunun tek geçerli açıklaması, göz geninin bu canlılarla birlikte, ilk anda yaratıldığıdır.

Yaratılış, modern bilimin gösterdiği gerçektir ve analog organların gerçek kökeni Yüce Allah”ın kusursuz yaratmasıdır.

1. Dean Kenyon, Percival Davis, Of Pandas and People, sf. 117
2. Michael Brooks, “The mysteries of life”, New Scientist vol 183 issue 2463 – 04 September 2004, sf. 24
3. Frank Salisbury, “Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolution,” American Biology Teacher, September 1971, sf. 338
4. Cornelius G. Hunter, “Darwin”in Tanrısı”, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2003, sf. 43
5. Denton M., “Evolution: A Theory in Crisis”,1985, Burnett Books, sf. 178
6. Dawkins R., “The Blind Watchmaker,” 1991, sf. 269
7. Casey Luskin, “Icons Still Standing: Jonathan Wells Comes Up Clean Despite Harsh Criticism”, http://www.arn.org/docs/wells/cl_iconsstillstanding.htm
8. Paul Erbrich, “On the Probability of the Emergence of a Protein with a Particular Function,” Acta Biotheoretica, Vol. 34 (1985), sf. 53-80
9. Berlinski D., “Denying Darwin: David Berlinski and Critics,” Commentary, September 1996, sf.28,30

http://harunyahya.org/tr/NetCevap/146851/Darwinistlerin-Yaniltici-Etiketi-Yakinsak-Evrim