Futuyma’nın Boğaziçi Yanılgıları

Futuymanin-Bogazici-YanilgilariNew York State Üniversitesi”nden evrimci biyolog Douglas Futuyma, ODTÜ Biyoloji Bölümü öğretim görevlisi Aykut Kence’nin davetlisi olarak geldiği Türkiye’de, ODTÜ”den sonra Boğaziçi Üniversitesi”nde de konferans verdi. “Evrim: Biyolojideki En Önemli Kuram” başlıklı konuşmasını iki bölüme ayıran Futuyma, ilk yarıda evrimin sözde kanıtlarına ikincisinde ise yaratılışın bilim olmadığı şeklindeki itirazına yer verdi. 11 Mayıs 2006 günü BTS (Büyük Toplantı Salonu)nda saat 17.00″de başlayan konferansı, B.Ü. Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünün başkanı Prof. Dr. Aslı Tolun ve Dr. Aykut Kence”nin de aralarında olduğu akademisyenler ile 100 kadar öğrenci izledi. Aşağıda önce Futuyma”nın konuşmasının genel bir kritiği verilmekte, daha sonra evrim teorisiyle ilgili yanıltmaları birer birer cevaplanmaktadır.

Konuşmanın genel değerlendirmesi

Futuyma, bize pek sürpriz oluşturmayan bir şekilde, evrim teorisi aleyhindeki kanıtları tamamen göz ardı etti. İzleycisine, aşağıdaki bilimsel gerçeklere dair hiçbir fikir sunmadı, bunların evrim teorisine olan uygulamalarını tartışmadı:

  • Yaşamın olağanüstü kompleks yapıda oluşu
  •  Hücreyi oluşturan proteinlerin tek birinin dahi tesadüfen ortaya çıkmasının matematiksel imkansızlığı
  •  Hücrede içiçe geçmiş son derece hassas sistemlerden meydana gelen ve parçalarının herhangi birinin bozuk veya kusurlu olması durumunda işlev görmeyecek olan  moleküler makineler ve bunların Darwinizm”e geçit vermeyişi
  • Hücrede yüklü miktarda genetik bilgi bulunması ve bu bilginin rastlantısal olarak biriken değişimlerle ortaya çıkmasının imkansızlığı
  • Hücredeki genetik bilgiyi “okuyan” ve “tercüme eden” şifre sistemlerinin varlığı ve bunların maddeci bir anlayışla açıklanamaz oluşu
  • Kambriyen patlaması adı verilen ani biyolojik yayılımda, günümüzde var olan tüm ana beden gruplarının, jeolojik zamanda bir göz kırpması kadar kısa bir anda ve evrimsel ataları olarak gösterilebilecek hiçbir form bulunmaksızın ortaya çıkışı,
  • Kambriyen”de ortaya çıkan erken kompleksliklerin hiçbir değişim göstermeksizin 500 milyon yılı aşkın süredir kaldığı ve bu canlıların, aynı gruptan daha sonra yaşamış formlardan dahi kompleks oluşu,
  • Darwin”in dahi “ciddi bir problem” olarak itiraf ettiği ara form noksanlığı,
    Evrim teorisine göre canlıların DNA”sında zaman içinde artış göstermesi gereken genetik bilginin, hangi doğal mekanizmayla eklenmiş olduğu sorusunun cevapsız oluşu ve evrimcilerin dayandığı mutasyonların bu konuda açmazda oluşu.

Eğer Futuyma evrim teorisini gerçekten bilimsel olarak ele alan birisi olsaydı, her bilimsel teoride olduğu gibi, evrim teorisinin de açıklayamadığı noktaların olduğunu baştan kabul etmesi gerekirdi. Yukarıdaki noktaları en baştan masaya yatırması, bunların teoriye olan uygulamalarını incelemesi, ancak daha sonra bunlar karşısında evrim teorisini neden benimsediğine dair izleyicisine dayanaklarını sunmalıydı.

Eğer Futuyma evrimin gerçekten güçlü bir bilimsel teori olduğuna inanıyor olsaydı aleyhteki eleştirileri ele alıp izleyenlerini bunlar hakkında bilgilendirmekten çekinmezdi. Ancak Futuyma böyle yapmadı. Konuşmasına başladığında, evrimin problemlerini çoktan halı altına süpürmüştü. Ve ilk cümlesinden itibaren evrimin bir gerçek olduğunu sık sık tekrarladı. Evrime dair tek bir bilimsel eleştiriyi dahi cevaplandıramadı, detaylandırmadı. Kısacası Futuyma Boğaziçi”ne “vaaz” vermeye gelmişti ve öyle yapıp gitti.

Futuyma”ya cevaplar

1. Soyağaçlarıyla ilgili yanılgı

Futuyma, konuşmasına evrimle ilgili üç maddeyi sayarak başladı.

1. Tüm canlıların ortak soyla birbirine bağlı olduğu iddiası,
2. İlişkilerin dallanan bir ağaç formunda gösterilebilir olması
3. Her bir soyun, belli bir dal boyunca evrimleştiği iddiası,

Futuyma daha sonra bunu örnekleyerek, goril, şempanze ve insanın hayali soyağacı çizimini gösterdi. Neden sonra izleyicisine çok önemli bir bilimsel kanıt gösteriyormuş gibi ciddi bir ses tonuyla dönerek “Bu çizim gösteriyor ki, 4 milyar yıl öncesine gidersek ben bakteriyle gerçekten bağlantılıyım” dedi.

Bir evrimciyi dinlerken, tarafsız şekilde bakarsanız, bunun gibi mantık bozukluklarından bolca yakalayabilirsiniz. Birisi bir gözleme dair bir varsayımda bulunur, sonra da bu gözlemi kendi varsayımına dayanak gösterirse, kısır döngüde iddia etmiş olur. 

Antropolog Marvin Lubenow, kısır döngüyü aşağıdaki gibi bir hikayeyle örneklendirir:

Şikago”da sokakta yürümekte olan bir adamın sürekli olarak parmaklarını şıklattığı görülüyordu. Sonunda birisi yanına merakla yaklaştı ve neden devamlı olarak parmaklarını şıklattığını sordu. Adam cevap verdi: “Çünkü filleri uzak tutuyor”. “Neden ki, bu kentin en az on bin millik çevresinde hiç fil yaşamıyor” dedi soran adam.

Parmaklarını şıklatan adamın buna tepkisi ilginçti: “Bak, görüyorsun değil mi, yöntemim ne kadar etkili!”  (Marvin Lubenow, Bones of Contention: A Creationist assessment of the human fossils, Baker Books, 1995, s. 19)

Futuyma da “bakın, görüyorsunuz değil mi, bu çizimim ne kadar da iyi gösteriyor, bakterilerle ben bağlantılıyım” demektedir. Halbuki o çizim zaten insanın bakteriyle bağlantılı olduğu varsayımıyla çizilmiştir!

Futuyma”nın, canlı grupları arasındaki ilişkilerin soyağacında gösterilebilir olmasını belirtmesini de evrime destek sağlamamaktadır. Evrimcilerin soyağaçlarının dalları, canlı grupları arasında çizilen hayali çizgilerdir ve bunlar herhangi bilimsel bilgi taşımamaktadırlar. Nitekim bir doğa tarihi uzmanı ve kendisi de bir evrimci olan Stephen J. Gould da aşağıdaki sözlerinde bu tip dallandırmaların bilimsel bilgi taşımadığını kabul etmiştir:

“Ders kitaplarımızı süsleyen evrim ağaçları sadece dallarının uçlarında bilgi taşımaktadırlar.” (Gould S.J, “Evolution”s Erratic Pace”, Natural History, May 1977, s.13)

Örneğin eğer birisi isterse, deniz, kara ve hava taşıtlarındaki benzerlikleri de belirleyip bunları dallanan bir ağaç formunda gösterebilir. Bisiklet ve bot gibi daha basit taşıtları ağacın alt dallarına, güneş enerjisiyle çalışan otomobil ve jet uçağını daha üst dallara yerleştirebilir.

Ama bu ağaç sadece benzerlik ilişkisini göstermiş olur. Bizi “demek ki bunlar tesadüf ve doğa olaylarıyla birbirlerinden türemişler” gibi bir sonuca götürmez.

Buraya kadar anlatılanları şu tek cümlede özetlemek mümkündür: Canlılar alemindeki benzerliklerin, hiyerarşik bir örgütlenme (örneğin bir ağaç) halinde gösterilebilir olması, evrim kanıtı oluşturmamaktadır. Nitekim önde gelen evrimci zoolog ve Oxford Üniversitesi araştırmacısı Mark Ridley de bunu açıkça ifade etmiş bir isimdir. Riddley, İngiliz bilim dergisi New Scientist“te yayınlanan bir makalesinde aynen şunları ifade etmiştir:

“Türlerin hiyerarşik olarak genuslara, ailelere ve bu şekilde başka kategorilere sınıflandırılabilir olması evrim lehinde bir argüman değildir. Herhangi bir obje grubunu, varyasyonları evrimsel olsun ya da olmasın hiyerarşik olarak sınıflamak mümkündür.” (Mark Ridley, “Who Doubts Evolution?” New Scientist, cilt. 90 (25 Haziran 1981), s. 832)

Aslında bunlar herkesin kolaylıkla görebileceği noktalardır ve Futuyma”nın da bu konuyu Gould veya Riddley kadar iyi bildiğine şüphe bulunmamaktadır. Sadece eşit derecede açık sözlü olamamaktadır. 

2. DNA Karşılaştırmalarından kanıtlar yanılgısı

Futuyma, çeşitli organizma gruplarından üyelerin DNA örnekleri arasında tutarlı ilişkiler olduğunu ve bunun evrim teorisi için kanıt oluşturduğunu iddia etmektedir. Öncelikle bu iddia, yukarıda taşıt örneğiyle gösterdiğimiz yanılgıyı taşımaktadır. İster anatomik, ister genetik seviyede olsun, benzerlik kavramı evrim kanıtı oluşturmamaktadır. Kaldı ki, DNA analizlerinin evrim teorisinin varsayımları açısından tutarlı sonuçlar ortaya koyduğu iddiası da gerçekleri yansıtmamaktadır.

Örneğin, ünlü biyokimyacı Prof. Michael Denton moleküler biyoloji alanında elde edilen bulguların evrimci varsayımların tam aksi yönünde sonuçlar ortaya koyduğunu yazar:

“Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir… Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin “atası” değildir, diğerinden daha “ilkel” ya da “gelişmiş” de değildir… Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı… organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.” (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss. 290-91)

3. Mikroevrim çarpıtmaları

Mikroevrim, evrimci biyologlarca tür içi değişimi tanımlamada başvurulan bir kavramdır. Evrimcilerin mikroevrim olarak isimlendirdikleri süreç, aslında bir popülasyonun gen havuzundaki belli bir genin frekansında, yani oranındaki dalgalanmaları ifade eden süreçtir. Gerçekte ise bunun “evrim” teorisinin gerektirdiği değişimlerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bunu bir örnekle daha açık hale getirelim.

Eğer bir kertenkele popülasyonunu kayalık bir araziye bırakacak olursak, uzun kuyruklu kertenkelelerin, kayalardaki yarıklara ve dolayısıyla avcılardan kaçmakta saklanmada nispeten zorluk çektiklerini görürüz. Böylece uzun kuyruklu kertenkeleler avcılar tarafından daha çok tüketilecek, zaman içinde popülasyon içindeki oranları azalacaktır. Bu kertenkelelerle birlikte, kuyruk uzunluğunu kontrol eden genin, uzun kuyruk üreten varyasyonu da oransal olarak gerileyecek, bu sürecin sonunda kısa kuyruğu üreten varyasyonun popülasyon içindeki yayılımı oransal olarak artış gösterecektir. Sonuçta kısa kuyruklu kertenkelelerin oranı artarken uzun kuyruklularınki azalacaktır. Böylece popülasyon bir değişim geçirmiş olacaktır.

Ancak dikkat edilirse bu değişim tür içinde sınırlıdır ve ne kertenkelenin DNA”sına yeni genetik bilgi eklemekte, ne de onu başka bir canlıya dönüştürmektedir. Popülasyon kayalık araziye bırakılmadan önce uzun ve kısa kuyruklu kertenkelelerden meydana gelmektedir. Bırakıldıktan sonra da aynı şekilde uzun ve kısa kuyruklu kertenkelelerden meydana gelmektedir. Değişim sadece bunların birbirlerine oranlarında meydana gelmiş bir değişimdir ve bu süreç ne kadar uzun sürerse sürsün, kertenkelenin DNA”sına yeni genetik bilgi eklenmediği için ortaya yeni bir canlı çıkmayacaktır.

Futuyma da bir yılan popülasyonundaki zehirli bireylerin oranında ya da fare zehrine dirençli farelerin popülasyona oranında zaman içinde gözlemlenen değişimlere atıfta bulunmakta, bunları evrim kanıtı olarak saymaktadır. Oysa bu doğrultuda saydığı örneklerin hiçbirinde, söz konusu canlının DNA”sına yeni genetik bilgi eklenmesi görülmemiştir.

Evrim ise, tüm canlıların bakteri gibi tek bir hücreden türediğini varsayan, dolayısıyla canlıların DNA”sına yeni genetik bilgi eklenmesini gerektiren bir iddiadır. Dolayısıyla canlılara herhangi yeni genetik bilgi eklemeyen bir süreç, evrim kanıtı oluşturamaz ve Futuyma”nın örnekleri de teoriyi desteklemede geçersizdir.

Ayrıca hayret verici bir şekilde, Futuyma biberli kelebekleri de verdiği örnekler arasında saymaktadır. Bir zamanlar evrimin en önemli kanıtları arasında sayılan bu hikayede de doeğişim  sadece genlerin frekansındaki dalgalanmalardan ibarettir. Üstelik hikayenin baş kahramanı İngiliz biyoloğun, yaptığı deneyde bariz çarpıtmalar yaptığı ve gerçekleri olduklarından farklı şekillerde gösterdiği en az 15 yıldır bilim adamlarınca bilinmektedir. Futuyma”nın sahtekarlıkla birlikte anılan bu hikayeyi izleyicisine evrim kanıtı olarak sunması, bilim adamı kimliğiyle kesinlikle bağdaşmayan bir tavırdır.

4. Komplekslik seviyesiyle ilgili doğal seleksiyon masalı

Konferansında dogmatik evrimci iddiaları birbiri ardınca sıralayan Futuyma, başka bir çarpık örneği de biyolojik kompleksliğin aşamalar sergilediği ve doğal seleksiyonun bunları üretmede yeterli olduğu hikayesinde vermektedir. Futuyma bu iddiası kapsamında, bir kartalda son derece keskin görüş sağlayan bir göz yapısı bulunduğu halde, bir salyangozda böyle bir yeteneğe ve kompleks göz yapısına ihtiyaç olmadığını ve nitekim salyangozun bundan mahrum olduğunu anlatmaktadır. Sonra hiçbir bilimsel kanıt sunmaksızın farklı seviyede komplekslikler sergileyen göz yapılarının doğal seleksiyonla aşamalı olarak ortaya çıktığını iddia etmektedir.

Oysa, bir formun başka bir forma kıyasla basit veya kompleks olduğunu belirtmek, bizi bunların rastlantısal değişimlerle ortaya çıktığı gibi bir sonuca götürmemektedir. Örneğin antika bir fotoğraf makinesinin, bir cep telefonuna sığdırılan dijital kameraya nazaran daha basit olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunların hiçbiri, fotoğraf makinelerinin de, kartal veya salyangoz gözünün de rastlantısal değişimlerle ortaya çıktığını göstermez.

Üstelik Futuyma”nın, farklı göz tiplerini sayarak evrimci bir iddia ortaya koyması aslında tuhaf karşılanması gereken bir durumdur. Çünkü göz gibi kompleks bir organın, birbirinden çok farklı canlı gruplarına yayılmış 40″ı aşkın tipi bulunmaktadır ve Darwinistler, bu canlı gruplarının birbirlerine uzaklığı nedeniyle en kompleks göz tipi olan omurgalı gözüne varan ve tek bir formdan başlayan göz tipi tablosu çizememektedirler. Bir diğer deyişle, söz konusu canlı grupları birbirlerinden öylesine farklıdır ki, evrimciler bunlardaki göz tiplerinin yakın ortak atadan türeyerek değil, birbirlerinden bağımsız olan 40″ı aşkın soyda “ayrı ayrı” evrimleştiğini iddia etmek zorunda kalmaktadırlar.

Darwinizm”in dayandığı doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarıyla herhangi bir organizmanın genetik seviyede kazandığı yeni tek bir özellik dahi gösterilememişken, göz gibi kompleks bir organın bu mekanizmalarla ortaya çıktığını, üstelik bunun 40″ı aşkın defa gerçekleştiğini öne sürmek, akıl ve bilimi evrim dogması uğruna yok saymaya denktir. Böylesine akıldışı bir iddiaya dair “nasıl” sorusuna ise evrimcilerin verebilecekleri hiçbir makul cevap bulunmamakta, konuyu “baş ağrıtıcı” bulduklarını söyleyerek kaçış yolu aramaktadırlar. Örneğin önde gelen evrimci yazar Frank Salisbury bu konuda şöyle yazmaktadır:

Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Örneğin ahtapotta, omurgalılarda ve artropodlarda. Bunların bir defa ortaya çıkışlarını açıklamak yeteri kadar problem oluştururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düşüncesi başımı ağrıtmaktadır. (Frank Salisbury, “Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolution”, American Biology Teacher, Eylül 1971, s. 338)

Futuyma ise evrimin bu ciddi problemini Boğaziçi”ndeki izleyicileri karşısında kamufle etmeyi tercih etmekte, “doğada farklı komplekslik seviyeleri sergileyen göz tipleri vardır, demek ki bunlar doğal seleksiyonla evrimleşmiştir” anlamına gelen sözlerle hikaye anlatmaktadır. Bir bilim adamının, açmazdaki bir evrimci iddiaya dair kanıt ileri sürmesi gereken yerde, hikaye anlatmakla konuyu geçiştirmesi ve izleyicileri karşısında konuya zerre kadar problem havası katmaktan çekinmesi, o kişinin evrim teorisini bir dogma olarak benimsediğinin önemli bir kanıtıdır.

5. “Evrim bir gerçektir” aldatmacası

Futuyma, evrimin bir gerçek olduğuna dair dört konuda kanıt ileri sürmektedir. Oysa bunlar da, problemleri gayet iyi bilindiği halde gözardı edilip gözboyayıcı şekilde izleyiciye sunulan hikayelerden ibarettir. Bunlar aşağıda birer birer incelenmektedir.

  • Homoloji

Homoloji, biyolojide “ortak atadan türeyişin sonucu olan yapısal benzerlik” olarak tanımlanmaktadır. Futuyma, fenotipik, gelişimsel ve moleküler seviyedeki homolojilerin (benzerliklerin) evrim teorisi için kanıt oluşturduğunu öne sürmektedir.

Biyolojik yapılardaki benzerliklerin ortak atadan türeyişle ortaya çıktığı iddiası, Darwin”in yürüttüğü bir mantıktır. Ancak bu mantık yürütme, benzerliklere dair “tek” açıklamanın evrim olduğu gibi bir “sonuç” getirmemektedir. Çünkü yapısal benzerlikler, bilgisayar, otomobil vs. gibi her biri mühendislerce, yani bilinçli olarak tasarlanmış eşya ve araçlarda da gözlemlenen bir özelliktir. Dolayısıyla sadece belli biyolojik yapılar arasında benzerliği göstermek, o yapıların kökenine dair birşey söylememektedir.

Bir zamanlar ciddi bir evrimci tez olarak duran homoloji argümanı, moleküler biyoloji ve embriyoloji alanındaki bilgilerin birikimi sürecinde tedavi edilemez yaralar almış, günümüzde hiçbir geçerliliği olmayan bir teze dönüşmüştür. Bu süreçte en yıkıcı faktör, evrimcilerce homolog kabul edilen organların birbirinden çok farklı genetik dizilimlere sahip olmasıdır.

Benzer organlar, çoğunlukla çok farklı genetik kodlar (DNA şifreleri) tarafından belirlenmektedirler. Bunun yanı sıra, farklı canlıların DNA”larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelmektedirler. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis isimli kitabının “The Failure of Homology” (Homolojinin Çöküşü) başlıklı bölümünde bu konuda pek çok örnek verir ve konuyu şöyle özetler:

Homolojinin evrimci temeli belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendiği anlaşıldığında çökmüştür. (Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis. London, Burnett Books, 1985, s. 145)

Ünlü evrimci biyolog De Beer ise 1971 yılında yayınlanan Homology: An Unsolved Problem (Homoloji: Çözülmemiş Bir Sorun) adlı kitabında bu problemle ilgili olarak şunu sormuştur:

Aynı genler tarafından kontrol edilmedikleri halde, homolog organların, yani aynı biçimlerin ortaya çıkmaları hangi mekanizmanın sonucu olabilir? Bu soruyu 1938″de sordum ve hala cevaplanmadı. (Gavin De Beer, Homology: An Unsolved Problem, London: Oxford University Press, 1971, s.16 )

De Beer”in bu sözleri söylemesinden 35 sene sonra, bu soru evrimciler için hala cevapsızdır. Ayrıca evrimci bir bakış açısından, benzer yapıların embriyolojik gelişim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki gelişim aşamalarının da paralel olmaları gerekir. Oysa embriyolojik süreç benzer organlar için her canlıda birbirinden farklıdır. Biyolog Pere Alberch bu konuda şu tesbiti yapmaktadır:

Homolog organların tamamen farklı başlangıç durumlarından meydana geldikleri, istisnadan daha çok bir kuraldır. (Pere Alberch, “Problems with the Interpretation of Developmental Sequences,” Systematic Zoology 34 (1): 46-58, 1985)

Kısacası bilimsel gelişmeler, Darwin”in “canlıların ortak bir atadan evrimleştiklerinin delili” şeklinde tarif ettiği homoloji kavramının, hiçbir gerçeklik taşımadığını ortaya koymuştur. İlk bakışta “ikna edici” gibi görünen bu kavram, yakından bakıldığında tutarsızlıklarla dolu bir evrimci yanılgıdır. (Futuyma, beş parmak homolojisi için tek cevabın evrim olduğunu iddia etmektedir ki, bu da bilimsel bulgular karşısında geçersiz bir iddiadır. Bu konuda daha fazla bilgiyi buradan edinebilirsiniz)

  • Hatalı tasarım ve körelmiş organlar yanılgıları

Futuyma”nın “canlılardaki hatalı özellikler” argümanı da aynı şekilde ilk olarak Darwin”le başlayan ancak daha sonra bilimsel bulgular karşısında geçersizliği ortaya çıkan bir mantık yürütmedır. Bunun çağdaş savunucuları arasında İngiliz zoolog Richard Dawkins ve Amerikalı paleontolog Stephen J. Gould gelmektedir. Bu kişiler sırasıyla omurgalı gözündeki içe dönük retina ve pandanın parmağının, verimsiz ve dolayısıyla hatalı özelliklere sahip olduğunu savunmuşlar ve kusursuz bir yaratılışın hakim olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Ancak daha detaylı bilimsel çalışmalar gerçekte söz konusu yapıların son derece verimli olduğunu ortaya koymuş, bu iddialar kapsamlı olarak çürütülmüştür.

Futuyma da bu doğrultuda kör mağara balıklarının durumunu kanıt olarak öne sürmektedir. Kör mağara balıkları, bir balık popülasyonundan bazı üyelerin yollarını kaybederek su altı mağaralarında hapsolmaları ve nesiller boyu burada yavrulayan balıkların zamanla gözlerinin körleşmesiyle ortaya çıkmışlardır. Söz konusu balıkların zaman içinde körleşmiş olduğu doğru olmakla birlikte, bu durum da, genetik bilgide artışa dayalı bir değişim değildir. Dolayısıyla evrim teorisinin gerektirdiği bir kanıt değildir. Görme duyusu, su altı mağarasının karanlık ortamında organizma için bir avantaj olmaktan çıkmakta, dolayısıyla göz yapısını tahribata uğratan mutasyonlar, canlının üreme avantajında azalma meydana getirmemektedir. Bir diğer deyişle, bu ortamda gözleri tam işleyen bireylerle gözleri mutasyonlar sonucu körleşmiş bireyler aynı yaşamsal avantaja sahip olmaktadırlar. Böylelikle körleşmeye yol açan mutasyonlar, popülasyon içinde yayılma imkanı bulabilmekte, birkaç nesil sonra gözleri tamamen körleşmiş bireyler ortaya çıkmaktadır. Ancak bu da balığın veya balığın gözlerinin ilk başta nasıl ortaya çıktığını gösteren bir olgu değildir. Evrim teorisi, zaman içinde göz gibi kompleks yapıların ortaya çıktığını, balıkların deniz yıldızı gibi omurgasızlardan türediğini iddia ettiğine göre, Futuyma da daha iyi göz yapısının kazanıldığını gösteren örnekler öne sürmelidir. Görme yeteneğiyle ilgili “kazanım” sunacağı yerde “kayıp” öne sürmesi, gözboyayıcı bir aldatmacadan ibarettir.

  • Coğrafi dağılımlar hakkındaki yanılgı

Futuyma, evrim teorisinin bir gerçek olduğu iddiasının üçüncü dayanağı olarak canlı gruplarının yeryüzünde sergilediği dağılımı öne sürmektedir. Türlerin coğrafi dağılımını “biyocoğrafya” olarak bilinen bilim dalı incelemektedir. Ona göre türlerin biyocoğrafyası, evrimsel bir sürecin kesin kanıtı olmalıdır. Ancak Futuyma”nın bu iddiası da bilimsel verilerin tutarlı bir yorumuna dayanmamaktadır. New York Amerikan Doğa Tarihi Müzesi”nden G. Nelson ve N. Platnick, “Sistematik ve Biyocoğrafya” isimli uzmanlık kitaplarında, bu alanda yapılan çalışmaları değerlendirmiş ve vardıkları sonucu şöyle açıklamışlardır:

“Bu nedenle biyocoğrafyanın (veya canlıların coğrafi dağılımlarının) evrimin lehinde veya aleyhinde bir delil sunmadığı sonucuna varıyoruz.” (G. Nelson, N. Platnick, Systematics and Biogeography: Cladistics and Vicariance, Columbia University Press, 1981, s. 223)

Görüldüğü gibi kapsamlı biyocoğrafi çalışmalar, Futuyma”nın Boğaziçi”nde anlattıklarıyla taban tabana zıt sonuçlar ortaya koymuştur.

  • Fosiller

Futuyma”nın evrimin sözde gerçekliğine dair sunduğu sonuncu ve en şaşırtıcı dayanak, fosiller oldu. Fosiller doğa tarihini bize öğreten en önemli kaynaklardır. Ve doğa tarihi hakkında öğrettikleri en temel iki gerçek, Darwinizm”in türlerin kökeniyle ilgili öngörülerini kesin olarak yıkan gerçeklerdir. Ani ortaya çıkış ve durağanlık olarak isimlendirilen bu iki paleontolojik olgu, bizlere canlıların birbirlerinden küçük ve kademeli değişimler yoluyla türemediklerini, sahip oldukları belirleyici özellikler zaten mevcut olarak “aniden” ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu iki temel gerçek, Amerikalı paleontologlar Stephen J. Gould ve Niles Eldredge başta olmak üzere fosilbilimcilerin 1970″li yıllardan itibaren Darwinizm aleyhinde seslerini yükseltmelerine ve nihayet yollarını bu teoriyle ayırmalarına yol açmıştır.

Eldredge, bir başka ünlü evrimci paleontolog olan Ian Tattersall ile birlikte yazdığı bir kitapta şu önemli tespiti yapmıştır:

“Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin”in Türlerin Kökeni”ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur… Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin”in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, “kral çıplak” hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin”in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.” (N. Eldredge ve I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46)

Görüldüğü gibi fosiller araformların olmadığını göstermekte ve paleontologlar da bu gerçeği doğrulayıp Darwinizm”in gerçeklerle uyuşmayan bir teori olduğunu açıkça ifade etmektedirler. Dolayısıyla Futuyma”nın fosillerle ilgili iddiası herhangi bilimsel dayanaktan yoksun, doğa tarihinin körü körüne evrim ürünü olduğunu kabul eden bir anlayıştan kaynak bulan bir iddiadır. (Futuyma”nın detaylarına girmeksizin sadece isimleriyle andığı Archaeopteryx, Microraptor gui ve Tiktaalik roseae fosilleri de evrimcilere bu açmazdan kurtulmaları için yardımcı olmamaktadır. Bu fosillerin geçersizliğiyle ilgili detaylı bilgi için ilgili linkleri ziyaret edebilirsiniz.)

6. Kuşların dinozor olduğu hikayesi

Futuyma, fosillerle ilgili kısa tartışması sırasında “kuşlar dinozordur” diyerek bu iki grubun evrimsel olarak birbiriyle bağlantılı olduğunu iddia etti. Ancak bu iddiası da hiçbir bilimsel dayanak sunmaksızın telaffuz ettiği bir diğer dogmatik yaklaşımdan ibarettir. Kuşlar ve dinozorlar anatomik ve fizyolojik olarak bazı çok farklı özellikler sergilerler. Uçma ise çok kompleks bir fizyoloji ile desteklenen, üstelik indirgenemez komplekslikte yapılara dayanan bir fonksiyondur. Hantal bir kara canlısının tamamen bilinçsiz bir süreçte, rastlantısal değişimlerle uçuş için gerekli anatomiyi kazanıp kuşa dönüşüp uçtuğunu iddia etmek bilimin alanı dışında, derin bir hayalgücüne dayanan spekülasyondan ibarettir. Futuyma”nın körü körüne savunduğu bu iddianın ciddi problemlerle kuşatıldığını önde gelen kuşbilimciler açıkça itiraf etmektedirler. Örneğin ABD”nin ünlü bilim kuruluşu Smitsonian Enstitüsü”nde Kuşlar Bölümü başkanı olarak görev yapan Storrs L. Olson, Washington Times gazetesinde yayınlanan yorumlarında şunları ifade etmiştir:

“”Kuşlar dinozordur” tezini destekleyen insanlar bu tartışmada [kuşların sözde evriminin dinozorlardan mı başka bir sürüngen grubundan mı olduğu tartışması] uzun süre seslerini yükselttiler. Kuşların dinozorlara dönüştüğü teziyle ilgili çok sayıda problem var. Teori buna rağmen popüler medyada reklam konusu oldu.” (Larry Witham, “Sue Makes Debut in Latest Attack of Dino-Mania”, The Washington Times, 16 Haziran 2000)

(Futuyma”nın dogmatik iddiasının bilimsel açmazları hakkında daha geniş bilgi için bkz. KUŞLARIN EVRİMİ İDDİASI NEDEN ÇIKMAZDADIR?)

7. Evrimin önemi hakkındaki abartmalar

Futuyma konferansının sonunda, evrim teorisinin insan sağlığı, zirai alanda zararlılarla mücadele ve biyoteknoloji açısından çok önemli olduğuna dair yorumlarda bulundu. Futuyma”nın iddiasına göre, evrim teorisi bu alanlardaki bilimsel gelişmeler açısından verimli ve o kadar da gerekli bir teoriydi.

Ne var ki, bu da Futuyma”nın evrim teorisine verdiği bir başka isabetsiz, abartılı övgüydü. Çünkü saydığı alandaki çalışmaların gerçekte Darwin”in tüm canlıların tek bir hücreden türediği şeklinde özetlenebilecek teorisinden aldığı hiçbir özel destek bulunmamaktadır. Örneğin, insan sağlığını geliştirmek için bakteri ve virüslerdeki değişimleri çalışan araştırmacılar, hiçbir çalışmada bakteri veya virüslerin başka türlere dönüştüğüne şahit olmuş değillerdir. Ayrıca bakterilerdeki antibiyotik bağışıklığı ya da zirai alanda zararlılarla mücadeleyle ilgili olan DDT bağışıklığı da canlıların evrimleştiğini gösteren olgular değildir. Çünkü bunlar, ya bağışıklığı bulunan bireylerin popülasyon içindeki yayılımına ya da mutasyonla deforme olan, diğer bir deyişle genetik bilgide kayba dayalı olan olgulardır. Biyoteknoloji alanındaki çalışmalar da, canlıların genlerini belli amaçlarla manipüle etmek ya da birbirleri arasında aktarmakla ilgilidir. Bu çalışmalar sonucu herhangi bir özellik açısından canlının geliştirilmesi mümkün olsa dahi, bu çalışmalar da canlıların evrimle ortaya çıktığına kanıt oluşturmamaktadır. Tam aksine, canlıların bilinçli olarak yaratıldıklarının kanıtıdırlar. Çünkü söz konusu değişimler, evrim teorisinin dayandığı rastlantısal ve kör mekanizmalarla değil, “bilinç” ve “bilgi” sahibi bilim adamlarınca “amaç” doğrultusunda “teknoloji” kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla evrim teorisi de biyoteknoloji alanındaki bilimsel bulgularda bir etmen oluşturmamaktadır.

Futuyma”nın evrim teorisinin insanlığa katkıları hakkındaki abartılı yaklaşımını göstermesi açısından Prof. Louis Bounoure”un sözleri gerçekten çarpıcıdır. Sırasıyla Strasbourg Biyoloji Derneği, Strasbourg Zooloji Müzesi ve Fransız Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi”nin yöneticiliğini yapmış prestijli bir bilim adamı olan Bounoure, bu konuda şunları söylemiştir:

“Evrim, yetişkinler için bir peri masalıdır. Bu teori bilimin gelişmesine hiçbir katkıda bulunmamıştır. Bu teori gereksizdir.” (Louis Bounoure The Advocate, 8 Mart 1984, sf. 17)

8. Yaratılışın bilimselliğine itirazlar

Futuyma, konferansın ikinci bölümünde akıllı tasarım ve yaratılışın bilimsel olmadığı yönündeki itirazlarını dile getirdi. Ancak Futuyma”nın bu yönde öne sürdüğü dayanaklara bakıldığında, bunun haklı bir eleştiri olmadığı, Futuyma”nın bilimi materyalist önyargılarına göre tanımlama arzusunda olduğu ortaya çıkıyordu. Harvard Üniversitesi”nden önde gelen genetik araştırmacısı Richard Lewontin, Futuyma”nın da ortak olduğu ve yaratılışı bilimin dışına itme amacı taşıyan çabayı “ilahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin vermeyiz” sözleriyle ifade etmiştir. Lewontin, bilimin tanımıyla ilgili materialist dogmatizmi şu sözlerle ortaya koymuştur:

“Bizim materyalizme olan bir inancımız var, “a priori” (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya dair materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.” (Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of Books, 9 Ocak 1997, s.28)

Ayrıca materyalistlerin eleştirisinin haksızlığını ve yaratılışın bilimsel olmadığı iddiasının geçersizliğini gösteren en somut gerçek, tarihin kendisinden gelmektedir. Çünkü modern bilimin temelleri yaratılış inancı üzerine kuruludur.

Evrende kaos ve kargaşa yerine büyük bir uyum gözlemlenmesi, evreni Allah”ın yarattığının açık delillerindendir. Bu uyum, bilim yapmayı mümkün kılıp teşvik de etmiştir. Evrimci düşünür Loren Eiseley, modern bilimin temellerinin evrenin yaratılmış olduğu inancına dayandığını şöyle açıklar:

“Deneysel bilimin felsefesi, keşiflerine… bir yaratıcı tarafından kontrol edilen, akıl ürünü bir evreni araştırdığı inancına dayanarak başlamış ve metodlarını bu inanç sayesinde faydalı hale getirmiştir… Profesyonel anlamda inançla pek ilgili olmayan bilimin tarihindeki en ilginç paradokslardan birisi şudur ki, kökenlerini evrenin akılcı olarak yorumlanabileceğine dair inanca borçludur ve günümüzde bu varsayım sayesinde ayakta durmaktadır.” (Loren Eiseley: Darwin”s Century: Evolution and the Men who Discovered It, Doubleday, Anchor, New York, 1961)

Birçok bilimsel keşfin temelinde evrenin “anlamlı” olduğu yani bir Yaratıcı”nın eseri olduğuna dair inanç etkili olmuştur. Nitekim temel disiplinlerin temelleri inançlı bilim adamlarınca atılmıştır:

Fizik: Newton, Faraday, Maxwell, Kelvin
Kimya: Boyle, Dalton, Ramsay
Biyoloji: Ray, Linneaus, Mendel, Pasteur, Virchow, Agassiz
Jeoloji:Steno, Woodward, Brewster, Buckland, Cuvier
Astronomi: Copernicus, Galileo, Kepler, Herschel, Maunder
Matematik: Pascal, Leibnitz, Euler
(Detaylı bilgi için bkz.
Kuran Bilime Yol Gösterir, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık)

Sonuç:

Futuyma, “a priori” olarak benimsediği evrimi, yaşamın ve türlerin kökeni alanında tek şık olarak koymakta, bunu işaretlemekte ve sonra da seyircisine doğru cevabın evrim olduğu hikayesini anlatmaktadır. Konferansı boyunca ortaya koyduğu tüm iddialar bu dogmatik bakış açısının bir ürünüdür. Boğaziçi Üniversitesinde Futuyma”nın konuşmasını organize edenlerin, öğrencilerin eleştirel düşünce yeteneklerini köreltmek yerine onlara yukarıda  sunduğumuz bilgileri içeren konferanslar düzenlemelerini diliyoruz.

Not: 

Bu yazı aynı zamanda aşağıdaki habere cevabımızdır:
– Radikal 11 Mayıs 2006 Yaratılış düşüncesi kesinlikle bilimsel değil

http://harunyahya.org/tr/NetCevap/146745/Futuymanin-Bogazici-Yanilgilari