Temelsiz bir varsayım: Evrim teorisi
Bu yazıda, insanların inanılması imkansız şeylere bazen nasıl olup da gözleri kapalı, körü körüne inanabildiklerinden söz etmek istiyorum. Gerçekten de bazen en aklı başında, mantıklı ve zeki gördüğünüz bir insan dahi, dünyanın en mantıksız, en akıl almaz fikrine kapılıp gidebilir. Hatta öyle bir hale gelebilir ki, bütün delilleri karşısına koysanız, en açık gerçekleri dahi göremeyebilir. Bunun en açık ve en keskin örneklerine, şu ünlü evrim teorisine inanan bazı bilim adamlarında rastlamak mümkün.
Bu kişilerin “bilim adamı” ünvanına sahip olup, ama evrim teorisine inanabiliyor olmaları onların inandırıcılıklarını, objektif araştırmacı yönlerini, bilimsel delillere olan bağlılıklarını ve dürüstlüklerini gölgeliyor, hatta şiddetle karartıyor doğrusu. Çünkü onlar inanılması imkansız, aklın, mantığın ve modern bilimin kesinlikle kabul etmediği, nitekim 21. yüzyılda ulaşılan bilimsel seviye ile kesinlikle reddedilen bir varsayımı tek ve tartışmasız bir gerçek olarak kabul ediyorlar.
Charles Darwin evrim teorisini ortaya attığı Türlerin Kökeni kitabını yazdığında amacı hayatın kökenine bir açıklama getirmekti; daha doğrusu bu iddia ile ortaya çıktı. Ne var ki, Türlerin Kökeni’ni okuyanlar, hayatın ilk olarak nasıl başladığı sorusuna bir cevap bulamadılar, hatta Darwin bu konuya değinmemişti bile. Bunun en önemli nedeni, bir Yaratıcı’nın varlığını inkar eden Darwin’in bu soruya vereceği bir cevabının bulunmayışı idi.
Darwin’in bu konuya cevap verememesinin bir diğer nedeni ise yaşadığı dönemin az gelişmiş bilim ve teknoloji seviyesi idi. 1800’lü yıllarda bilim adamlarının ne hücrenin muazzam yapısından, ne de hücre çekirdeğinde yer alan dünyanın en büyük bilgi bankasının varlığından haberleri vardı. Dolayısıyla bunların nasıl oluştuklarını açıklama gereği duyamazlardı. Hayatın “protoplazma” adı verilen basit bir madde ile başladığını düşünüyorlardı. Protoplazma ise karbondioksit, oksijen ve nitrojen gibi basit kimyasalların tekrar tekrar birleşmeleri ile tesadüfen oluşmuştu. Hatta dönemin bilim adamlarından Ernst Haeckel ve Julian Huxley’e göre, sodyum kloride eklenerek nasıl doğal olarak tuz elde ediliyorsa, pekala bir kaç kimyasal bileşerek canlı bir hücreyi oluşturabilirdi.
1800’lü yılların bilim seviyesine baktığımızda, o dönemde bilimin günümüzün amatör bir araştırmacısının veya bir ortaokul öğrencisinin sahip olduğu bilgilerle sürdürüldüğünü ve bu yüzden de son derece ilkel çıkarımlara varıldığını görüyoruz. Charles Darwin hem bu düşük seviyeli bilgiler, hem de kendisinin hiçbir eğitimi olmaması nedeniyle, teorisini şekillendirirken, binanılması imkansız birçok iddiayı öne sürebilmişti. Döneminin koşulları gözönünde bulundurulduğunda Darwin’in büyük yanılgısı mazur görülebilir belki. Peki ama, ya günümüzün “gözü kara” bilim adamları? Gözü kara diyorum çünkü günümüzde, ortaokul bilgisine sahip bir çocuğun dahi kabul edip inanamayacağı iddialara, bazı bilim adamları körü körüne inanabiliyorlar. Bunun için mutlaka gözlerini karartıyor olmaları gerekir.
İlk olarak, evrimcilerin ilk canlı hücresinin tesadüfler sonucunda bazı cansız maddelerin bir araya gelmeleri ile oluştuğu iddiasına olan inançlarını düşünelim. Evrim teorisine göre, ilkel dünyada, canlılık için gereken cansız maddeler (karbon, fosfor vs.), yüzbinlerce madde arasından birbirlerini bulmuşlar, sonra kendi aralarında kusursuz bir organizasyon sağlayarak ilk canlı hücresini oluşturmuşlar. 1800’lü yılların köhne laboratuarlarında hücreyi basit bir leke zannedenler için bu belki inanılabilir bir iddiadır. Ancak bugün hücrenin basit bir leke olmadığı, hatta New York şehrinden çok daha kompleks bir yapılanmaya sahip olduğu bilinmektedir. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evrim: Kriz İçinde Bir Teori isimli kitabında hücrenin karmaşık ve muazzam yapısını şöyle tarif emiştir:
“Hayatın moleküler biyoloji tarafından ortaya çıkarılan gerçekliğini kavrayabilmek için, bir hücreyi yaklaşık bir milyon kez büyütmemiz gerekir, ta ki çapı 20 km.ye varsın. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük bir şehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Bu durumda karşımızda benzersiz derecede kompleks bir sistem ve kusursuz bir tasarım olduğunu görürüz. Hücrenin yakınına gelir de onu incelersek, üzerindeki milyonlarca küçük kapıyla karşılaşırız. Aynen bir uzay gemisinde olabilecek otomatik kapılar gibi, bu kapılar sürekli olarak açılıp-kapanarak hücrenin içine ya da dışına yapılan madde akışını kontrol ederler. Eğer bu kapıların herhangi birinden içeri girersek, olağanüstü bir teknoloji ve şaşkınlığa düşürecek bir komplekslikle karşılaşırız. Her türlü insan yapımı ürünün çok üstünde olan bu teknoloji, bizim yaratıcı zekamızı fazlasıyla aşar. Bu sistem, “tesadüf” kavramının her anlamda tam bir antitezini oluşturmaktadır. (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, s. 242)
New York şehri kadar dev ve karmaşık bir yapının 1 milyon kez daha küçük bir mekana sığdırılması, kuşkusuz büyük bir mucizedir ve aklı selim sahibi hiç kimse böylesine muazzam bir yapının rastlantılar sonucunda oluştuğunu iddia edemez. Objektif davranan bazı bilim adamları bu imkansızlığı, yani hücrenin rastlantılar sonucunda kendi kendine oluştuğu iddiasının imkansızlığını bazı benzetmelerle anlatırlar. Sözgelimi, bunun, bir bilgisayarın veya bir otomobilin tesadüfen bazı maddelerin bir araya gelmesi ve en uygun yerlere en uygun miktarlarda yerleşmelerini iddia etmekle aynı derecede saçma olduğunu vurgularlar. Dünyaca ünlü İngiliz astronom ve matematikçi Fred Hoyle ise evrimci olmasına rağmen bu imkansızlığı çarpıcı bir örnekle anlatır. Hoyle’un tanımlamasına göre hücrenin rastlantılar sonucunda oluşması “bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağının oluşması” kadar imkansızdır. (Fred Hoyle, Nature, 12 Kasım 1981)
Bir hücrenin var olabilmesi için çok büyük bir bilgi, son derece usta bir tasarım, büyük ve yüce bir akıl ve bilinç gereklidir. Bugün 21. yüzyılda sahip olunan bilgi ve teknoloji birikimi ile, zeki ve tecrübeli, bilinçli bilim adamları bir araya gelerek, rastlantılara yer vermeden, istenmeyen durumları eleyerek çalışabildikleri halde, en basit bir bakteri hücresini dahi cansız maddeleri sentezleyerek üretememişlerdir. Tüm bu elverişli koşullara rağmen üretilemeyen hücre, acaba son derece elverişsiz ve sadece tesadüflerden medet umulan bir ortamda nasıl olup da oluşmuştur? Elbetteki bunu tesadüfle açıklamak imkansızdır. Bu imkansızlığı orta seviyede bir bilgiye sahip insanlar dahi kolaylıkla görebilirlerken, bazı bilim adamlarının ısrarla görememeleri, çok şaşırtıcıdır. Şaşırtıcı olduğu kadar da, evrim teorisinin perde arkasındaki karanlığını vurgulamaktadır.
Evrim teorisi, sadece hücrenin oluşumunu açıklama konusunda değil, her iddiasında büyük bir acizlik içindedir ve adeta çıkmaz sokak gibi her konuda tıkanıp kalmıştır. Allah’ın varlığını inkar etmek için bilimle, akıl ve mantıkla ters düşenler, yakın bir gelecekte tüm insanlık önünde çok küçük duruma düşeceklerdir. En büyük ayıpları ise kendilerini Yaratan Allah’ı inkar etmek uğruna apaçık gerçeklere kulaklarını, gözlerini ve vicdanlarını kapatıyor olmalarıdır.
http://harunyahya.org/tr/Makaleler/8472/Temelsiz-bir-varsayim-Evrim-teorisi