Evrim Teorisi Bilimsel Olarak Çürütülmüştür

Evrim teorisi, doğadaki 1,5 milyona yakın canlı türünün, bilinçsiz doğa olayları sonucunda ortaya çıktıkları iddiasındadır. Evrimcilere göre, önce cansız maddenin içinde kimyasal reaksiyonlarla canlı bir hücre oluşmuştur. (Böyle bir şeyin gerçekleşemeyeceğini gösteren pek çok bilimsel kanıt vardır. Araştırmacılar, ilk dünya atmosferinde olduğu belirlenen gazlarla yine o atmosferdeki şartları biraraya getirerek yaptıkları deneylerde canlılığın en ufak yapı taşlarını bile elde edememişlerdir.) Canlı bir organizmanın oluşumu günümüz teknoloji ve bilim düzeyi ile her türlü bilinçli müdahaleye rağmen başarılamazken, kör tesadüflerin bunu başardığını iddia etmenin elbette ki akıl ve mantıkla bağdaşan bir yönü yoktur. Yine evrimcilerin hikayesine göre, bu ilk hücre ile başlayan yaşam giderek daha kompleks hale gelmiş ve farklılaşmıştır; bakterilerle başlayan hayali evrim süreci, en sonunda insanı meydana getirmiştir. Kısacası bilim dışı bu iddiaya göre, doğadaki birtakım bilinçsiz mekanizmaların canlıları sürekli olarak geliştirmiş olmaları gerekir. İşte Darwinistlerin bu aşamada öne sürdükleri ve evrimi meydana getirdiğini iddia ettikleri iki mekanizma vardır: Doğal seleksiyon ve mutasyonlar. Bilimsel bulgular, her iki mekanizmanın da, evrimcilerin iddia ettiği gibi bir gücü olmadığını ortaya koymuştur.

Doğal seleksiyon, doğal seçilim demektir. Buna göre güçlü olanlar ve doğal şartlara uyum gösterebilenler hayatta kalırlar, diğerleri ise elenerek yok olurlar. Örneğin bir bölgede hava şartlarının değişerek ısının giderek düşmesi, o bölgede yaşayan hayvan popülasyonları içinde düşük ısılara dayanıksız olan bireylerin ayıklanması anlamına gelir. Uzun vadede sadece soğuğa dayanıklı olan bireyler hayatta kalır ve popülasyonun tümü bunlardan oluşur. Veya vaşakların saldırı tehditi altında yaşayan tavşanlardan çevreye en iyi uyum sağlayanlar veya en hızlı kaçanlar hayatta kalırlar. Ama dikkat edilirse burada yeni bir özellik ortaya çıkmamakta, mevcut hayvanlar farklı bir türe dönüşmemekte, farklı bir özellik kazanmamaktadırlar. Bir başka örnek vermek gerekirse, bir aslan saldırısından kaçan geyik sürüsü içinde en hızlı koşanlar hayatta kalacak, yavaş olanlar ise eleneceklerdir. Ancak hızlı koşan bu geyikler hiçbir zaman ata veya bir başka hayvana dönüşmeyecek, hep geyik olarak kalacaklardır. Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması evrimleştirici bir özelliğe sahip değildir. Nitekim kendisi de bir evrimci olan İngiltere Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson, bu gerçeği şöyle itiraf etmektedir:

Bir aslanın kovaladığı sürüde en hızlı koşanlar hayatta kalır.Ama aslanın saldırısından kurtulanlar, yeni bir tür meydana getirmezler. Yani, doğal seleksiyon yeni bir tür meydana getirecek veya mevcut bir türü geliştirecek bir mekanizma değildir.

Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizm’in en çok tartışılan konusu da budur.2

Mutasyon ise, canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da DNA’daki kopyalama hataları sonucu oluşan bozulmalardır. Mutasyonlar elbette ki değişikliğe sebep olabilir, ancak bu değişiklikler hiçbir zaman olumlu yönde olmaz, daima bozucu niteliktedir. Diğer bir deyişle mutasyonlar canlıları geliştiremez, aksine her zaman için canlılara zarar verirler. Günümüze kadar gözlemlenmiş tüm mutasyonlar, çoğu zaman zararlı, nadiren de etkisizdirler. Gelişen bilim bugün milyonlarca zararlı mutasyonu tanımlayıp bunların sebep oldukları hastalıkları ortaya koyarken, evrimci bilim adamlarının genetik bilgiyi artırıcı hiçbir mutasyon örneği verememeleri, evrim teorisini çok büyük bir çıkmaza sokmaktadır. Fransız Bilimler Akademisi’nin (Academie des Sciences) eski başkanı olan Pierre Paul-Grassé’nin mutasyonlar hakkında yaptığı yorum, bu noktada oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları “yazılı bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları”na benzetmiştir. Ve her harf hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluşturmaz, aksine var olan bilgiyi bozarlar. Grassé bu gerçeği şöyle açıklamıştır:

Mutasyonlar, zaman içinde son derece düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde belirli bir yöne doğru kümülatif (gittikçe artan) bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı değiştirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir biçimde yaparlar… Bir canlı vücudunda çok küçük bile olsa bir düzensizlik oluştuğunda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaşam olgusu ile anarşi (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaşma yoktur.3

Mutasyonlar rastgele meydana geldikleri için hemen hemen her zaman mutasyon geçiren canlıya zarar verirler. Mutasyonlar hiçbir şekilde canlıya yeni bir organ ya da yeni bir özellik kazandırmazlar. Ancak bacağın sırttan, kulağın karından çıkması gibi anormalliklere sebep olurlar. Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler ancak Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil’deki insanların uğradığı türden değişiklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar ve hastalar…

İşte bu nedenle, mutasyonlar, yine Grassé’nin ifadesiyle “ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler.” Mutasyonların bu etkisini depremlere benzetebiliriz. Nasıl ki bir deprem bir şehri geliştirmez, daha iyi hale getirmez, hatta ona yıkım getirirse, mutasyonlar da aynı şekilde daima olumsuz değişikliklere sebep olurlar. Bu bakımdan evrimcilerin mutasyonlara dayalı iddiaları da tümüyle geçersizdir.

Darwinizm’in tüm canlıların birbirlerinden türedikleri iddiasını çürüten delillerden biri de fosil kayıtlarıdır. Örnek olarak evrimciler balıkların, denizyıldızları veya deniz solucanları gibi omurgasız deniz canlılarından evrimleştiğini iddia ederler. Öyle ise, bu iki farklı canlı grubu arasında kademeli bir evrim sağlayacak çok sayıda “ara geçiş formu” yaşamış olmalıdır. Yani balık özellikleri ile denizyıldızları gibi omurgasız canlı özelliklerini aynı anda taşıyan çok sayıda türün fosil kalıntısına rastlamamız gerekir. Ne var ki günümüzde geçmişte yaşamış balıkların ve denizyıldızlarının her birine ait yüzlerce fosil bulunmuş olmasına rağmen, evrimcilerin bu iddiasını doğrulayan tek bir tane bile ara geçiş formu fosili bulunmamıştır. Ara geçiş formlarının olmaması ise, açıkça “evrim hiçbir zaman yaşanmadı” anlamına gelmektedir.

Lund Üniversitesi’nden İsveçli evrimci botanikçi Prof. N. Heribert Nilsson, Darwinizm’in fosil kayıtları karşısındaki yenilgisini şöyle itiraf eder:

Evrimi, 40 yıldan fazla süren bir çaba ile kanıtlama teşebbüslerim sonunda başarısızlıkla sonuçlandı… Fosil materyali şu anda o kadar tamdır ki, yeni sınıflar oluşturmak mümkün olmuştur ve geçiş dizilerinin bulunmayışı, materyal eksikliği ile açıklanamaz durumdadır. (Fosil kayıtlarındaki) boşluklar gerçektir, asla tamamlanamayacaklardır.4

Darwinizm’e en genel hatlarıyla bakıldığında bile geçersizliği, çürük temeller üzerine kurulu olduğu hemen anlaşılmaktadır. Detaylara inildiğinde ise durum çok daha netleşmektedir. (Evrim teorsinin çöküşüyle ilgili daha detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, Araştırma Yayıncılık, Ekim 2005)

Dipnotlar
2. Colin Patterson, “Cladistics”, Brian Leek ile Röportaj, Peter Franz, 4 Mart 1982, BBC
3. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, s. 97
4. Prof. N. Heribert Nilsson, Lund University, Sweden Famous botanist and evolutionist, As quoted in: The Earth Before Man, s. 51, http://www.netcentro.co.uk/steveb /penkhull/create3.htm