Genetik Sürüklenme (Genetic Drift) iddiası neden geçersizdir?
Evrimi savunmak adına zaman zaman ortaya bazı terimler atılır. Mantıklı olup olmadığına hatta bilimsel geçerliliği olup olmadığına bakılmadan bunlar sıklıkla tekrarlanarak tanınmış bilim dergilerinde veya güncel sitelerde kullanılırlar. Bununla amaçlanan evrimi ayakta tutmak için bir kamuoyu oluşturmaktır.
İşte bu amaçla kullanılan hayali evrim mekanizmalarından biri de “Genetik Sürüklenme”dir. Genetik sürüklenme iddiasından bahsedilirken genelde “Mutasyon ve Doğal Seleksiyon” terimleri de sıklıkla ve çarpıtılarak kullanılır. Bu terimlere bilimsel gerçeklerin aksine anlamlar yüklenerek, “doğada evrim lehine işleyen ve tesadüfe dayalı yeni genetik bilgi kazanımına yol açan süreçler” var gibi tanıtılır. Halbuki, bilgi kazanımı yerine, bilgi eksilmesine neden olan bu süreçler evrime değil, aslında evrimin geçersizliğine delil oluşturmaktadırlar.
İddia edilen Genetik Sürüklenme nedir?
Türkçeye “sürüklenme” olarak çevrilen kelimenin İngilizce karşılığı “drift” kelimesidir. Bu kelimeye İngilizce sözlükten baktığımızda “bir şeyin hava veya su tarafından taşınması”, “pasif, amaçsız, isteksiz durum veya yer değiştirme” gibi anlamlarının olduğu görülür. Dolayısıyla “sürüklenme” kelimesinin kullanılması ile evrim ideolojisinin temel dayanağı olan tesadüfe dayalı değişim çağrışımının yapılmaya çalışıldığı ilk anda görülebilmektedir. (Bu tanımlama Türkçeye geçirilirken terim özelliği kazandığından, doğru bir ifade olmadığı halde anlaşılması için bu şekilde kullanacağız.)
Evrimcilerin Genetik Sürüklenme adı altında anlatmak istedikleri aslında şudur:
Genetik sürüklenme iddiasının temeli Darwinistlerin, “Doğa ve evren içinde geniş bir rastgelelik” bulunduğu varsayımına dayalıdır. Buna göre, “popülasyonlar içerisinde hayatta kalacak ve ölecek bireyler” veya “popülasyonlar içerisinde sabitlenecek ve elenecek genler”, sözde rastgele belirlenmektedir. İşte evrimciler bu rastgele örnekleme sonucu oluştuğunu düşündükleri mekanizmaya “Genetik sürüklenme” adını vermişlerdir.
Genetik sürüklenme iddiası, “bir canlı topluluğunda, bir gene ait birden çok farklı özelliğin, yaşanabilecek suni veya doğal olaylar sonucu sıklıklarında değişim oluşabilir” benzeri anlatımlar üzerine kuruludur. Sözde rastlantısal değişikliklerin, bir özelliğin o toplumun tamamına hakim olmasına veya o toplumdan tamamen silinmesine yol açabildiği iddia edilir. Şimdi konuyu evrimci kaynaklardan aldığımız örneklerle açıklayalım.
Genetik Sürüklenmeye delil gibi gösterilmeye çalışılan yöntemler
Yukarıdaki temsili resimde, en solda yer alan topluluğun ilk halinde 3 yeşil 6 kahverengi birey mevcuttur. Bu topluluktaki bireylerin bir kısmının ölümüne neden olan bir olay sonrasında topluluktaki yeşil bireylerin oranı azalmış ve 1/7 oranına düşmüştür. Özel bir seçilim olmadan yaşanan bu birey azalması sonucu, topluluğun içindeki bir özelliğin frekansı değişmiştir. İşte buna evrimci literatürde “Genetik Sürüklenme” denmektedir. Doğal seleksiyonla farkı ise şudur: Doğal seleksiyon, topluluğun içindeki bireyleri, bir özelliği sebebiyle tek tek hedef alırken, iddia edilen genetik sürüklenmede bireyler hedef değildir; kesitsel olarak topluluğun kayba uğradığı varsayılır. Genetik sürüklenme iddiasında Darwinistler bazı etkilerden bahseder ve bunları kendilerince delil gibi göstermeye çalışırlar ancak bunlar sadece tanımlamalardan ibarettir. Şimdi bunu örneklerle görelim:
“Şişe boynu varsayımı ve Kaşif (founder) etkisi” gibi anlatımlar evrime delil sağlamaz
Darwinistlerce iddia edilen genetik sürüklenme mekanizmalarından biri “Şişe Boynu (Bottleneck) Etkisi”dir. Yukarıdaki resimde soldaki şişe, toplumun ilk halini temsil eder. Buna göre toplumun büyük kısmının ölümüne sebep olan bir doğa olayı veya hastalık sonucu, geriye kalan bireylerden yeni bir topluluk oluştuğu varsayılır. Bu topluluğun içinde belli özelliklerin frekansı da değişime uğrayabilir. Örneğin, 100 kişinin yaşadığı bir adada meydana gelen deprem sonucu, 10 kişinin hayatta kaldığını düşünelim. Bu kişilerden toplum yeniden oluştuğunda, sadece bu 10 kişinin özellikleri yeni toplumda görülecektir. Diğer 90 kişinin farklı bir özelliği varsa artık bu toplumda görülmeyecektir. Böyle bir durum yaşansa bile bunun evrimleştirici bir süreç olmadığı çok açıktır.
Genetik sürüklenmeye delil gibi gösterilmeye çalışılan diğer bir mekanizma da “Kaşif (Founder) Etkisi” olarak adlandırılır. Buna göre belli bölgede yaşayan bir topluluğun frekansında, bir kesiminin göç veya topluluğun büyük kısmından izole olması sonucu, yeni topluluğun değişim olduğu gözlenir ve bunun sonuçları evrim delili gibi sunulmaya çalışılır.
Burada kısaca açıkladığımız “şişe boynu ve kaşif etkisi” gibi varsayımlarla bir toplumun yapısında değişim olabileceği iddiası bir anlamda doğrudur. Bu tip olaylarla türlerin bazı bireylerinin öne çıkması veya yok olması gerçekleşebilir. Nitekim tarih bu tarz doğal afetlerle doludur; dünya üzerindeki canlıların büyük bir kısmı bu afetler sırasında yok olmuştur. Tabi ki bu sırada bir türe ait bir özellik de öne çıkmış olabilir ancak çoğunlukla bu tip afetlerin etkisi türlerin yok olması şeklinde gerçekleşir dolayısıyla bu iddiadaki yanlış olan nokta şudur:
Genetik Sürüklenme iddiası yeni genetik bilgi kazanımına yol açmaz
Genetik sürüklenme evrimleştirici yani iddia edildiği gibi bir canlıda değişikliğe ya da yeni türün oluşmasına neden olan bir mekanizma değildir. Yukarıdaki anlatımlar dikkatli şekilde incelendiğinde görülecektir ki, şişe boynu ve kaşif etkileri, türün çeşitliliğinde artma değil, aksine azalma ile sonuçlanmıştır. Genetik sürüklenme olarak ifade edilen olaylarda “başlangıçta zaten var olan genetik içeriğin toplum içindeki temsil oranının değişmesinden başka bir şey OLMAMAKTADIR“. Üstelik bir özellik o toplumdan silindiğinde, başlangıçtaki genetik çeşitlilik evrimcilerin iddialarının tam tersine azalmış olmaktadır. Görüldüğü gibi asla bir bilgi kazanımı söz konusu olmadığından, genetik sürüklenmenin evrimleştirici bir süreç olarak lanse edilemeyeceği de çok açıktır.
Epigenetik (Gen üstü) düzenlemelerin genetik özellik gibi anlatılması bilimsel bir hatadır
Darwinistlerin genel olarak teorilerini kanıtlamak için verdikleri örneklerde yaptıkları çok önemli bir hata vardır. Doğal seleksiyon veya genetik sürüklenme ilgili iddialarında, genetik kaynaklı değil fenotip (dış görünüş) kaynaklı örnekler verirler. Mesela, yukarıdaki ilk resimli anlatımda verilen böceklerin rengi ile ilgili örnek fenotipik bir farklılıktır; genotip olarak yani renk genleri açısından böceklerin farkı yoktur. Renk pigmentlerini kodlayan genler epigenetik düzenlemelerle belirlenir; yani bazı genlerin açık veya kapalı olması ve genin ne kadar süre aktif kaldığı ile ilgili bir durumdur. Çiçek renkleri ile ilgili de aynı durum geçerlidir. Hatta renk düzenlemesi kelebek kanatlarında olduğu gibi, bazı canlılarda pigment kaynaklı değil, tamamen ışığın kırılma farklılıklarına bağlı fiziksel bir olay olarak ortaya çıkar. Bu da bize renk durumunun genetik kaynaklı olmadığının açık bir ispatıdır. Öyleyse, bu örneklerde hiç bir şekilde, genetik sürüklenme ile bir genetik yapının diğerine üstün gelmesinden söz edilemez.
Aynı anne ve babadan doğan kardeşlerin birbirine tıpa tıp benzememesi de farklı epigenetik düzene sahip genlerin karıştırılması ile oluşur. Sperm ve yumurta oluşumu sırasında “crossing-over” adı verilen mekanizma ile kromozom çiftleri karşılıklı olarak gen değişiminde bulunurlar. Bu gen alış verişinin farklı kombinasyonları kardeşlerin birbirinden farklı olmasına neden olur. Genetik olarak birbirine en yakın sayılan kardeşlerin bile farklı fenotipe sahip olması, epigenetik etkinin ne kadar önemli olduğunu ve fenotipik farklılıkların genetik sürüklenme için bir örnek olarak verilemeyeceğini gösteren başka bir kanıttır.
Bir tür içindeki genetik farklılıklar yok denecek kadar azdır
Bir türü diğer türlerden ayıran temel özellik, o tür içinde genetik farklılıkların çok az olmasından kaynaklanır. İnsan için bu farklılık, %0.1’den daha küçüktür. Yani dünyanın en uzak yerlerinde yaşayan farklı soylardan iki insanı karşılaştırsanız dahi, en fazla bu kadar fark çıkacaktır. Dahası, bu küçük farklılığın %85 gibi büyük bir kısmı, aynı toplumda yaşayan ve akraba olan bireyler arasında dahi vardır. Farklılıkların birçoğu gen kodlamayan bölgelerde yer alır; yani hücrenin fonksiyonuna katılan proteinlerin genetik dizilimi tüm insanlarda aynıdır.
Bunun tek istisnası mutasyonlara bağlı genetik hastalıklardır. Bunların da canlıya yarar değil zarar verdiği çok açıktır. Kapalı ve küçük topluluklarda genetik hastalıkların görülmesinde artış olabilir. Bu ise, anne ve babanın aynı genetik hastalığı taşıma ihtimalinin artışına bağlıdır. Genetik hastalıklar da zaten zararlı etkiye sahip oldukları için asla evrime delil oluşturmazlar.
Genetik olarak aynı yapıya sahip bireylerin oluşturduğu bir türde, genetik sürüklenmeden söz etmek de mümkün olamayacaktır. Çünkü, çeşitli sebeplerle türün bireylerinin çoğu ölse dahi, kalan bireyler üremeye devam ederlerse yine eski gen yapısına sahip olacaklardır.
Darwinistlerin bilim dışı saplantılarından biri daha: Genetik Sürüklenme
Canlılık tarihini, tesadüfe dayalı değişimlerle açıklamaya çalışan Darwinist mantığın karşılaştığı pek çok güçlük vardır. Evrimci mantığa göre, yeni genetik bilginin ortaya çıkışı ve uzun vadede yeni türlerin oluşumu tesadüf dairesinin dışına çıkmadan, (haşa) doğaüstü bir bilincin varlığına ihtiyaç duyulmadan açıklanmalıdır. İşte bu nedenle zaman zaman hayal gücünü bile zorlayan çok tuhaf ve gülünç sebep-sonuç ilişkilerine dair senaryolar yazılır, çizilir. Bu senaryolar yazılırken unutulan bir temel nokta vardır: Bilimsellik.
Bilimin en temel dayanağı gözlem ve deneylere dayanarak elde edilen somut deliller ışığında ilerlemesidir. Kendilerini sözde, “inançlardan arındırmış, tarafsız bilim adamları” gibi tanıtan evrimciler, tıkandıkları pek çok noktada hiç bir bilimsel veriye dayanmayan bu sözde senaryolara başvururlar. Tarafsızlık bir yana her konuyu evrimi haklı çıkarmaya yönelik yorumlamaya çalışırlar ki bu da onları bilimden uzaklaştırır ve sorunun kaynağı da budur.
Genetik sürüklenmenin yeni genetik bilgi edinilme mekanizmalarından biri olduğu iddiası tamamen asılsızdır. Yukarıda çeşitli yönleriyle ele aldığımız bu iddia daha kurgulanırken yanlış yapılmaktadır çünkü sürüklenen bir genin varlığından dahi söz etmek mümkün değildir. Genetik sürüklenme adı altında anlatılan mekanizma, türlerin çeşitlenmesi bir yana, aksine daralmasına veya yok olmasına neden olan bir durumdur ki bu da evrim teorisinin iddialarıyla da çelişmektedir.
Ne var ki, canlılığın ortaya çıkışı ve türlerin oluşumu ile ilgili somut bir hipotez dahi ortaya koyamayan evrimciler, genetik sürüklenme gibi hayali evrim senaryolarına var güçleriyle sarılırlar. Bunları bilimsel gerçeklermiş gibi göstermeye çalışırlar. Halbuki bu kavramlar derinlemesine incelendiğinde içlerinin boş olduğu ve bilimsellikten uzak oldukları kolaylıkla görülebilmektedir.
Canlılar tarih sahnesine bir anda ve eksiksiz olarak çıkarlar. İlk ortaya çıktıkları andan itibaren de genetik bir değişime uğramadan varlıklarını sürdürürler. Bilimsel tüm deliller ile bu gerçek sabittir. Bu da evrimsel bir sürecin asla yaşanmadığının, canlıların Allah tarafından yaratıldığının en açık delilidir.