Richard Dawkins ve Evrimcilerin Hayallerindeki Ara Geçiş Formları
Evrim teorisi bir türün çok küçük değişikliklerle yepyeni bir türe dönüştüğünü iddia eder. Ancak bunun kanıtlanması için söz konusu değişikliklere ait ara türlerin bulunması ve bunların da bilimsel delil olarak sunulması gerekir. İddia edilen ara türler hayali bir ata türden başlayıp gelişmekte olan yeni organlar, sistemler veya uzuvlara sahip olmalıdır. Ancak deneme ve yanılmalar içeren ve milyonlarca yıl sürdüğü iddia edilen böyle hayali dönüşümlerin sonucunda ortaya yarım uzuvlar veya eksik organlara sahip, başarısız ara-türler çıkacaktır. Dikkat çekici olan, fosil kayıtlarında böyle bir değişime şahitlik edecek TEK BİR TANE BİLE ARA FORM OLMAMASIDIR. Fosil kayıtları, evrimcilerin beklentilerinin aksine, tam ve eksiksiz organ ve sistemlere sahip canlı türleriyle doludur. Bu da bize bugüne kadar yaşamına şahitlik ettiğimiz milyonlarca türün 100 milyonlarca yıl önce de aynı özelliklere sahip olarak yaşadığını gösterir.
Fosil Kayıtlarında Karmaşa YOKTUR
Teadüflerin hüküm sürdüğü bir dünyanın beraberinde karmaşayı da getirmesi beklenir. Böyle hayali bir sistemde canlılarda simetri olması ya da estetik oluşması mümkün değildir. Hatta tesadüflerin hüküm sürdüğü bir dünyada canlılığın bile var olması mümkün değildir. Evrimin sözde mekanizması olarak öne sürülen mutasyonlar DNA’da bozulmalara ve eksikliklere sebep olmakta ve bunun sonucunda da çarpık ve düzensiz yapılar, organ ve sistemlerde bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Evrim iddiasına göre, mutasyona uğramış, dolayısıyla varlığını sürdürememiş garip canlıların fosil örnekleriyle sıklıkla karşılaşmamız gerekirdi. Ne var ki tek bir örnek bile yoktur.
İşte evrimciler için ana sorun teşkil eden bu durum ilk olarak Charles Darwin tarafından itiraf edilmiştir:
“Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden SAYISIZ ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir KARMAŞA halinde değil de, TAM OLARAK TANIMLANMIŞ ve yerli yerinde?… (Charles Darwin, The Origin of Species, s.172-280)
Teorinin kurucusu olmasına rağmen Darwin, canlılık tarihine şahitlik eden fosillerin hiç bir karmaşaya sahip olmadığını, mükemmel bir düzgünlükte olduğunu itiraf etmiştir. Garip görünümlü ara türler tarih boyunca hiç var olmamıştır. Türler fosil kayıtlarında ortaya çıktıkları ilk anda, eksiksiz organlarıyla ve simetrik uzuvlara sahiptir.
Sayısız Ara Tür YOKTUR
Fosil kayıtlarında her zaman için tam ve eksiksiz canlıların fosil örneklerine rastlarız. Bunların bir kısmı mükemmel uzuvlarıyla ortaya çıkıp daha sonra soyu tükenmiş canlılara, bir kısmı ise milyonlarca yıl önce bugünkü görünümleri ile ortaya çıkmış olan ve bugün de yaşayan canlılara aittir. Evrimcilerin iddia ettiği şekilde ara özellikler geliştiren ara canlılar ise kesin olarak yoktur. Fosil kayıtlarında TEK BİR ARA FORM FOSİLİNE DAHİ RASTLANMAMIŞTIR.
Evrimci iddialara göre düşünülecek olursa, hayali ara-türlerin sayısının, bugün bilinen tür sayısının geometrik katları şeklinde olması gerekirdi. Sözde evrim ağacı başarısız türlerle dolu olmalı ve devam etmeyen sayısız dala sahip olmalıdır. Bu sayı ise trilyonlar ile ifade edilebilir. Charles Darwin de ‘varlığını umduğu ancak bir türlü bulunamayan’ ara-türlerin miktarını her defasında üstüne basarak SAYISIZ diye ifade etmiştir:
“SAYISIZ ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK KATMANINDA gömülü olarak bulamıyoruz?.. Niçin HER JEOLOJİK YAPI VE HER TABAKA böyle bağlantılarla dolu değil? ” (Charles Darwin, The Origin of Species, s.172-280)
Darwin’in de üzerinde durduğu gibi, eğer evrim iddiası doğru olsaydı, hemen her jeolojik tabaka böyle başarısız denemelerle yani garip görünümlü ara-türlerle dolu olmalıydı. Kazılan her fosil katmanında trilyonlarca olması gereken hayali ara-türlere ait örneklerle karşılaşılmalıydı. Ne var ki, durum bunun tam tersidir. Fosiller, tek bir ara form örneği göstermeyerek evrimi yalanlamıştır.
Türlerin Değişmeden Sabit Kaldığı Gerçeği
Fosil bilimi olan paleontoloji, canlı türlerinin değişmediğini ve canlıların, yeryüzünde yaşadıkları süre boyunca hep sabit kaldıklarını ortaya koymaktadır. Ünlü evrimci paleontolog Niles Eldredge de bu durumun reddedilemeyecek bir gerçek olduğunu şöyle ifade etmiştir:
Stasis (durağanlık- sabit kalma) artık, türlerin evrimsel tarihinde egemen bir paleontolojik seyir olarak oldukça fazla sayıda belgelenmiştir. (Niles Eldredge, Reinventing Darwin, 1995, s. 77 – http://bevets.com/equotese.htm)
Canlı türlerinin yeryüzünde bir anda tam halleriyle ortaya çıktıkları ve varlıkları boyunca değişmeden sabit kaldıkları açık bir gerçektir. Bu hiç bir paleontolog tarafından aksi iddia edilemeyen, hep itiraf edilen bir durumdur. Önde gelen evrimcilerden, Amerikalı paleontolog ve bilim tarihçisi Stephen Jay Gould, fosil kayıtlarının en belirgin bu iki özelliği hakkında şöyle yazmıştır:
Fosilleşmiş türlerin çoğunun tarihi, kademeli evrimle çelişen iki farklı özellik ortaya koymaktadır:
1. Durağanlık: Çoğu tür, dünya üzerinde var olduğu süre boyunca hiçbir yönsel değişim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (şekilsel) değişim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur.
2. Aniden ortaya çıkış: Herhangi bir lokal bölgede, bir tür, atalarından kademeli farklılaşmalara uğrayarak aşama aşama ortaya çıkmaz; bir anda ve “tamamen şekillenmiş” olarak belirir. (S. J. Gould,”Evolution’s Erratic Pace”, Natural History, vol. 86, May 1977)
Gould yine Natural History dergisindeki bir yazısında itiraflarına şöyle devam eder:
Birçok fosil türünün jeolojik yaşam süresi boyunca durağanlığı ya da hiçbir değişim geçirmeyişi, tüm paleontologlar tarafından sözle ifade edilmeksizin onaylanmıştır, ancak asla üzerinde etraflıca çalışılmamıştır… Durağanlığın çok yaygın olması, fosil kayıtlarının utandırıcı bir özelliği haline geldi ancak yokluğun (ki bu evrimin yokluğudur) bir ilanı olarak gözardı edilmiş olarak bırakıldı. (S. J. Gould, “Cordelia’s Dilemma”, Natural History, Şubat, s. 10-18)
Yaratılış Atlası ve Fosiller ‘Biz Değişmedik’ Diyor
Görüldüğü gibi, fosillerin günümüz örnekleri ile karşılaştırılması ve herhangi bir değişiklik olmadığının gösterilmesi ‘bilinen’ bir gerçeğin halka açıklanmasından başka bir şey değildir. Toplumdan hep saklanan bu gerçek Harun Yahya müstear ismiyle tanınan yazar Adnan Oktar’ın dev eseri Yaratılış Atlası ile kitlelere ulaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Paleontoloji türlerin iddia edildiği gibi milyonlarca yıl içinde yavaş değişimlerle ortaya çıkmadığını, ancak mucizevi şekilde, mükemmel halleriyle bir anda ortaya çıktıklarını göstermiştir. Sayın Adnan Oktar’ın çalışmaları ile halktan uzun yıllardır saklanan bulgular ve fosiller gün yüzüne çıkarılmış, evrimcilerin sırları deşifre edilmiştir.
Bu sıradışı eserde yalnızca 2000 kadar fosil ayrıntılı fotoğraflarıyla sergilenmişse de, üniversitelerde veya müzelerde tarihlendirilmiş olarak depolarda saklanmakta olan tasnif edilmiş fosil sayısı 700 milyon kadardır. Gerçekleri hazmedemeyen bazı evrimcilerin Atlas’ta yer verilen yalnızca 3-4 fosil üzerine senaryolar yazarak, haksız eleştiriler yapmaya çalışmaları durumlarını ortaya koyması açısından çok vahimdir. Bu eleştiriler de, bilimsel olmaktan uzak olup hicivden öteye gitmemektedir. Çünkü söz konusu fosillerin bilimsel literatürde binlerce başka örneğinin olduğu da malumdur.
Hayali Ataları Matematikle Arama
Evrimciler insanın şempanze ile ortak bir atadan geldiğini öne sürerler. Bir gün şempanzeler insanlara en yakın denirken, daha sonra aslında bonoboların daha yakın olduğu gibi spekülasyonlar uzadıkça uzar. Peki herhangi bir dönüşüme dair herhangi bir kanıt gösterilemezken Darwinistler neye göre akrabalık bağı kurmaktadırlar? İşte burada evrimciler, kendi türettikleri ve bilimsel hiçbir geçerliliği olmayan istatistik formülleri üretirler.
Buradaki göz boyama, iki türün, belli genlerine ait seçilmiş bazı baz-çiftlerinin karşılaştırılmasına dayanır. Burada iki türün genomlarına ait tüm kodların birebir karşılaştırıldığı zannedilmemelidir. Hayali soy ağacını oluşturmada kullanılan bu hileyi yakından incelediğimizde bu gerçek daha iyi anlaşılır:
İnsan ve maymunlar arasında genetik benzerlik çalışması yapılırken yalnızca belli genler kaşılaştırılır. Örneğin yaşayan primatların soyağacını çizerken 54 gene ait 34.927 baz çifti ele alınmıştır. İnsanın yaklaşık 25.000 geni vardır ve burada hepsi birden karşılaştırılmaz.
Evrimciler şempanze ile insan genomu arasında başta %1’lik bir fark olduğunu öne sürerken daha sonra bu farkın %4 olduğu kabul edilmiştir. Bu oran, yaklaşık 35 milyon nükleotide karşılık gelir. Evrimciler, bu farkın kapatıldığı hayali bir mekanizma arayışı içindedirler. Bunun için, DNA üzerinde değişiklik yapan, kodları ekleyip çıkaran, fakat bunu yaparken de organizmaya tümüyle zarar veren mutasyonları öne sürerler. Bu şekilde tarihte geriye gidildiğini, mutasyonların düzenli aralıklarla çalıştıklarını ve mutlaka faydalı etkileri olduğunu –ki bu imkansızdır- iddia eder ve buradan iki türün ne zaman ayrılmış olabileceğine dair sahte hesaplamalar yaparlar. Ortada hayali ortak ataya ait herhangi bir fosil yoktur, ara-türler de yoktur; fakat buna rağmen evrimciler “tahmin” başlığı altında bilimsel geçerliliği olmayan hesaplamaları kamuoyuna gerçekmiş gibi sunarlar. Bu iddiadan yola çıkarak bilgisayara girilen hayali veriler Bayes formülü adı altında çalıştırılır ve yine hayali olan verilerle yapılan hesaplamalar sonucunda 5-7 milyon yıl önceki hayali ortak ataya ulaşıldığı yalanı ortaya atılır.
İstatistikte Bayesyan Yaklaşımı ve Önkabullerden Kaynaklanan Bilimsel Hatalar
Bazı istatistik hesaplamalarında kullanılan Bayes formülü, belli bir iddiaya dair geriye doğru analiz yapmayı sağlar. Bayes formülü, koşullu olasılıkların hesaplanmasında kullanılır. Yani eğer bir kişi ‘iki tür daha önce tekti’ diye bir iddia girerse, formül bu sahte hipotezi doğrulamak için çalışır ve 35 milyon nükleotid farkının kapanması için kaç milyon yıl geçmiş olması gerektiğini hesaplar. Oysa gerçekte 35 milyon nükleotid farkı hiçbir zaman kapanmamıştır ama iddia bu şekilde girildiği için o veya bu şekilde formül, bir sonuç çıkarmaktadır. Bu yüzdendir ki, Bayesçi yaklaşım fiziksel bir kanıta dayanma yerine, bir insanın herhangi bir olaya olan inanç derecesi olarak bilinir.
Görüldüğü gibi genler üzerindeki uçurumlar bilgisayar formülleriyle zihinlerde kapatılmış, canlılık tarihi isteğe göre yazılmıştır. ‘Evrim var’ önkabulüyle yapılan bu tür çalışmaların bilimsel bir yönü olmadığı, tamamen ideolojik amaçlara hizmet ettiği açıktır. Bilginin kodlandığı tek bir genin bile kendi kendine nasıl ortaya çıktığını açıklayabilmekten uzak olan bu zihniyet, genetiği kendince bir kılıf olarak kullanmaktadır.
Paleontoloji, histoloji, biyokimya ve diğer tüm bilim dalları, canlılığın tesadüfen oluşamayacak düzeyde kompleks olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm canlı türleri, bu türlere ait tek bir hücre, hatta tek bir protein bile Allah’ın sonsuz bilgisi ve gücünün ürünüdür.