Bilim ve Gelecek Dergisinin Özgürlük Korkusu “III. Bilimin Doğası, Evrim ve Yaratılış Hakkındaki İddialara Cevaplar”

Bilim ve Gelecek Dergisinin Yanlış Bilim Anlayışı: Bilimsel Materyalizm

Bilim-ve-Gelecek-Dergisinin-Ozgurluk-Korkusu-III-Bilimin-Dogasi-Evrim-ve-Yaratilis-Hakkindaki-Iddialara-CevaplarGünümüz toplumunda bilimin iki tanımı bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre bilim; titiz ölçümler, tekrarlanabilir deneyler ve her iddianın dikkatli bir şekilde test edilmesi şartını benimsemiş bir açık zihinlilik gerektiren araştırma yöntemidir. Bu süreçte teoriler bilimsel bulgularla karşılaştırılır; kanıtlar karşısında geçersizliği ortaya çıkan teoriler devre dışı kalır ve açıklayıcı gücü daha iyi olan teorilerle değiştirilirler. Bu tanımın toplum nezdindeki anlaşılırlığı veya kabul edilebilirliği üzerinde herhangi bir tartışma söz konusu değildir.

Bilimin ikinci tanımı ise; ön yargılara dayalı, köklü felsefi kabuller barındırır. Bu felsefi kabuller, bilimsel materyalizm veya bilimsel naturalizm olarak bilinen felsefe ile ilgilidir. Buna göre evrenin ve canlıların kökenine dair açıklamalarda sadece doğa kanunlarına dayalı açıklamalara müsaade edilmelidir. Bu tanım herşeyin maddeyle sınırlı olduğunu savunanların bilime bir dayatmasıdır ve gerçekte bilimin doğasında böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır.

Harvard Üniversitesi’nden önde gelen genetik araştırmacısı Richard Lewontin’in aşağıdaki sözleri bu konuda oldukça aydınlatıcıdır:

Bizim materyalizme olan bir inancımız var, “a priori” (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya dair materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.” 15

Materyalistlerin herşeyi maddeyle açıklama misyonu yüklemiş olmaları, insanların genelde ‘bilim’ denince aklına gelenleri oldukça karıştıracak şekildedir. Çünkü yukarıda aktarılan birinci tanıma göre insanlar bilimi temelde “doğruya ulaşma” çabası olarak algılamaktadırlar. Oysa ikinci tanım, doğruyu bulmak yerine herşeyi doğal sebeplere dayandırarak açıklama şartında dayatmaktadır.

Evrimciler, naturalist açıklamalara körükörüne bağlı kalmayı, tüm verilerin gösterdiği bilimsel gerçeklere bile tercih etmeyi seçmektedirler. İmmünolog Scott Todd, Nature’da yayınlanan bir mektubunda bunu aynen şu şekilde ifade etmiştir:

“Tüm veriler bir Yaratıcı’ya işaret etse dahi bu hipotez bilimde dışlanır, çünkü naturalist (doğal sebeplere dayalı) değildir.” 16

Görüldüğü gibi evrimciler tüm verilerin Allah’ın varlığını gösterdiğini kabul etseler dahi bunu bilimsel bir gerçek olarak asla kabul etmeyeceklerdir. Nitekim, Niles Eldridge, Michael Ruse, Douglas Futuyma, Robert Pennock gibi önde gelen evrimciler, yaratılışı, doğru olması durumunda bile, bilim olarak kabul etmeyeceklerini açıkça yazmışlardır. Yani evrimciler naturalist ama yanlış olanı, doğaüstü ve doğru olana tercih etmektedirler!

1- Bilim ve Gelecek Dergisinin “Evrim Demek, Bilim Demektir” Yanılgısı

Bilim ve Gelecek dergisi yazarlarının ısrarla “Evrim demek, bilim demektir. Yaratılış ise dindir.” söylemine başvurdukları görülmektedir. Okullarda sadece evrim teorisinin okutulması lehindeki propagandanın baş sloganı olan bu söylem, gerçekte hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir ve tümüyle yanıltıcıdır.

“Evrim=Bilim” söylemine başvuranlar, gözlemlenebilir ve tekrarlanabilir bilimle, tarihsel bilim arasındaki ayrımı görmezden gelerek toplumu yanıltmaktadırlar.

Gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bilim, sadece şimdi olmakta olan olaylarla ilgilenir. Astronomlar, Dünya”nın Güneş etrafında döndüğünü gözlemleyebilir ve bu gözlemlerini her gün tekrarlayabilirler. Doğanın işleyişini anlamada çığır açan ve insanlığa önemli hizmetler sağlayan bilimsel keşif ve icatların kökeninde, gözlemlenebilirlik ve tekrarlanabilirlik ilkeleri yatmaktadır. Böyle buluşları gerçekleştiren bilim adamlarının deneyleri, bu ilkeler sayesinde mümkün olabilmektedir. Örneğin güneş enerjisiyle çalışan bir otomobil geliştirmek isteyen bir bilim adamı, en iyi sistemi tasarlayana kadar tekrar tekrar deney yapma olanağına sahiptir. Farklı farklı malzemelerin güneş ışığını emme verimliliğini bu yolla ölçüp değerlendirebilir.

Tarihsel bilim ise geçmişte olduğu varsayılan olaylarla ilgilenir. Evrim teorisi bu kategoriye girmektedir. Türlerin kökenini, milyonlarca yıllık bir süreçle ve hayali kayıp atalarla açıklamaya çalışan teori, rastlantısal bir süreçte bir kez gerçekleştiği varsayılan hayali dönüşümleri masalsı bir yöntemle ele alır.

Gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bilim, olguları incelemede “deney” aracına sahipken tarihsel bilim, bir araç olarak ancak “spekülasyon”a dayanır.

Evrim teorisi, balıkların karaya çıktığı, kara memelilerinin balina ve yunus gibi deniz memelilerine dönüştüğü, dinozorların kanatlanıp kuşlara dönüştüğü gibi masalsı iddialar ortaya koyar ama bunlar hiçbir insanın şahit olmadığı, çok uzun dönemleri kapsayan spekülasyonlardan ibarettir. Bu spekülasyonları üretenler, türler arasında hayali ata-torun ilişkileri kurar ve bunları tarihsel bir gerçek olarak anlatırlar. Oysa bu anlatımlar bilimin alanı dışındadırlar. Nature dergisinin editörü ve aynı zamanda evrimci bir paleontolog olan Henry Gee, bu gerçeği şu sözlerle ortaya koymaktadır:

“Bir fosil silsilesini alıp bunların bir nesil belirttiğini iddia etmek, test edilebilen bir bilimsel hipotez değil bir ninniyle aynı geçerliliğe sahip bir iddiadır -eğlendirici, hatta belki de öğretici de olabilir ama- bilimsel değildir.” 17

Önde gelen Darwinist zoolog Ernst Mayr, tarihsel bilimin alanına düşen evrim teorisiyle; gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bilim arasında kesin bir ayırım yapmıştır:

“…Darwin, bilime tarihsellik getirdi. Evrim biyolojisi, kimya ve fiziğin aksine, tarihsel bir bilimdir. Bir evrimci [sözde] zaten gerçekleşmiş olay ve süreçleri açıklamaya çalışır. [Doğa] Kanun[ları] ve deneyler, böyle olay ve süreçlerin açıklanması için yetersiz tekniklerdir. Bunun yerine, açıklanmaya çalışılan olaylara yol açan özel bir senaryonun ilgi çekici bir rekonstrüksiyonundan meydana gelen tarihsel bir anlatım oluşturulur” . 18

Bu durumu bizzat Charles Darwin’in kendisi, “Oldukça iyi biliyorum ki spekülasyonlarım meşru bilimin sınırlarının oldukça ilerisine uzanmıştır” diyerek kabul etmiştir. 19

Kısacası evrim teorisi tamamen spekülatiftir ve hangi canlının hangi canlıdan evrimleştiğine dair hayalgücüne dayanılarak oluşturulmuş hikayelerin bir derlemesi gibidir. Evrim teorisinin masallarını, kurbağanın prense dönüştüğü masalından ayıran tek şey, iddia edilen dönüşümlerin uzun bir süreye yayılmış olmasıdır. Kurbağanın masalı ampirik kanıttan yoksundur. Ama bu durum anlatılmasına bir engel oluşturmamaktadır. Evrimciler de kendi masallarını anlatmakta bir engel görmemektedirler. Üstelik evrim masallarını, anlattıklarının bilim olduğu şeklinde ilave bir masalla birlikte sunmaktadırlar. Bu şekilde sunmaktadırlar çünkü “bilim” kelimesi toplumun genelinde pozitif anlamlar çağrıştırır ve “evrim” kelimesinin bununla yan yana ve sık sık tekrarlanması birçok kişinin evrim teorisini algılayış biçimini evrimcilerce arzulanan yönde etkileyebilmektedir.

2- Evrim teorisi kabul edilmeksizin bilim yapmanın imkansız olduğunu söylemek, ideolojik bir yanılgıdır

Aykut Kence “Evrim kuramı bilimler için temeldir” başlıklı yazısında, evrim teorisi kabul edilmeksizin bilim yapmanın imkansız olduğunu öne sürmektedir. Ancak Kence’nin, evrim teorisini kabul etmeksizin bilim yapılamayacağı kabulü, ideolojik olduğu kadar sübjektif bir kabuldür. Tüm bilim adamları adına konuşan bu üslup tamamen yanıltıcıdır. Evrim teorisinin günlük bilimsel çalışmalarındaki rolünün önemsiz olduğunu düşünenve bunu tecrübe eden çok sayıda araştırmacı vardır.

Pennsylvannia Eyalet Üniversitesi’nden kimya profesörü Phillip Skell’in, üniversitesindeki biyologlar arasında yaptığı bir anket buna dair iyi bir örnek oluşturmaktadır. Üniversitenin Evan Hugh Profesörlüğü unvanı vermiş olduğu Skell, karbon kimyası alanında dünyaca ünlü bir uzman ve aynı zamanda Amerikan Bilimler Akademisi’nin bir üyesidir. Skell, tarihsel konularla ilgili olmayan biyoloji araştırmaları yürüten Darwinist bilim adamlarına “Eğer Darwin’in teorisinin yanlış olduğuna inanmış olsaydınız şu anda yapmakta olduğunuz işi daha farklı bir şekilde yapar mıydınız?” sorusunu yöneltmiş ve büyük çoğunluktan “Benim yaptığım işte fark etmezdi” cevabını almıştır. 20

Darwinizm, modern biyoloji bilimlerindeki çalışmalara katkısı olmayan bir dünya görüşünden ibarettir. Rodos Adası”ndaki Brown Medical School’da Sinir Cerrahisi Araştırmaları Yöneticisi olarak görev yapan, Klinik Sinirbilimler ve Fizyoloji Profesörü Conrad E. Johanson, bu gerçeği ifade etmiş bir uzmandır. Johanson bu konuda şunları söylemiştir:

“Bilim adamları, biyoloji veya fizyoloji alanında olsun, makroevrimsel teoriyle [Darwin’in, türlerin başka türlere dönüşebileceğini öne süren teorisiyle] nadiren meşgul olurlar. Örneğin, benim sinirbilim öğretim görevlisi ve araştırmacısı olarak görev yaptığım 25 sene boyunca doğal seleksiyon, [biyolojik] köken, makroevrim ve buna benzer konularla ÇOK nadiren ilgilenmek zorunda kaldım. Benim bilimsel alandaki profesyonel çalışmalarım biyoloji, kimya, fizik ve matematik alanında sıkı bir eğitimden kaynaklanmaktadır, evrim hakkındaki dünya görüşlerimden değil. Akademi, endüstri ve başka yerlerdeki çoğu bilim adamı için aynı durumun geçerli olduğunu düşünüyorum.” 21

Gerçekte, biyologların çoğu çalışmalarını, evrim teorisine herhangi bir atıfta bulunmaksızın, yürütebilmektedir. Evrimci bir yayın olan Bioessays adlı bilim dergisinde yayınlanan bir makalede aynen şu ifadelere yer verilmiştir:

“Evrim konusu biyolojinin bütünü dahilinde özel ve çelişkili bir yer tutar. Biyologların büyük bir çoğunluğu muhtemelen …”biyolojide evrim ışığında bakılmadığında herşey anlamsızdır” hükmüne katılacak olsa da çoğu işlerini evrimsel düşüncelere herhangi özel bir referans yapmaksızın, gayet mutlu bir şekilde yürütebilmektedirler. ‘Evrim’, birleştiriciliği açısından vazgeçilmez ve aynı zamanda oldukça fuzuli bir fikir olarak görünür.” 22

Görüldüğü gibi, yukarıdaki ifadeler Aykut Kence’yi kesin bir şekilde yalanlamaktadır: Bilimsel araştırmalar evrim teorisinden bağımsız olarak yürütülebilmeke, onyıllar boyu süren başarılı bir kariyer sürdürülerek, herhangi bir sıkıntı çekilmeksizin “bilim yapılabilmektedir”.

Aykut Kence’nin, evrim teorisini, bilim yapmak için kabul edilmesi gereken bir şart olarak dayatmasının temelinde, Kence’nin mensubu olduğu ve yukarıda açıklanmış olan bilimsel materyalist kabuller yatmaktadır. Evrim teorisi, evrimci bilim adamlarının bağlı oldukları materyalist/ateist dünya görüşü açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Materyalizmi benimsemiş bir bilim adamı için evrim teorisini kabul etmek doğal ve tek sonuçtur. Bu kişilere göre materyalizm (sözde) doğru olduğuna göre evrim de kesin olarak gerçekleşmiş olmalıdır. Bu durumda evrimin gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmak için bilimsel araştırmaya, kanıtlara, düşünmeye, sorgulamaya gerek duymamaktadırlar.

Böylece bu teori, kabullerini bilimsel bulgulara göre yapmaları beklenen -en azından toplumun geneli tarafından öyle yaptıkları zannedilen- bazı bilim adamları için sorgusuz sualsiz kabul edilen bir dogmaya dönüşmekte, onlar için teorinin reddini düşünmek dahi imkansız hale gelmektedir. Kısacası evrim teorisi, bir dünya görüşünün bilimsel bir görünümde sunulduğu sahte-bilimsel, felsefi bir öğretidir. Matematik Profesörü Wolfgang Smith, Darwinizm’in bu sahte-bilimsel niteliğini şöyle açıklar:

“Darwinizm’e karşıyım… (her ne türü olursa olsun) Darwinizm’in aslında bilimsel bir teori değil, bilimsel bir kıyafete sokulmuş sahte-metafizik bir hipotez olduğuna ikna oldum. Gerçekte ampirik verilerden veya bilimsel türden mantıklı çıkarımlardan değil, bilim adamlarının çoğunun tereddütsüz bağlandıkları bir dünya görüşü dahilinde tasarlanan, biyolojik kökene dair bir doktrin olmasından destek almaktadır.” 23

Evrim teorisinin kabul edilmesinin bilim yapmak için şart olduğunu yazan Kence, daha da ileri giderek “Evrim Kuramı olmadan da biyolojide ne öğretim ne de araştırma yapılabilir. Evrimi kabul etmediğiniz zaman, fizik ve kimya yasalarını da reddetmiş olursunuz” demektedir. Oysa yukarıda gösterildiği gibi, evrim teorisine başvurulmaksızın rahatlıkla araştırma yapılabilmektedir. Aynı şekilde, biyoloji öğretimi de yapılabilmektedir. ABD’nin Ünlü Yale Üniversitesi, biyoloji fakültesini yeniden yapılandırma programı çerçevesinde Moleküler, Hücresel ve Gelişimsel Biyoloji bölümü öğrencilerine, evrim teorisini öğrenmeyi şart koşmamaktadır. Söz konusu uygulama altı seneyi doldurmuş durumdadır. 24

Görünen odur ki, Yale gibi prestijli bir üniversitedeki profesörler kurulu, Kence’nin “evrim teorisi kabul edilmeden öğretim yapılamaz” hükmü ile ilgili olarak herhangi bir bağlayıcılık bulmamıştır. Bu da evrim teorisini hariç tutan bir biyoloji öğretiminin bilimsel kalite açısından herhangi bir engel oluşturmadığının açık ve canlı bir örneğini oluşturmaktadır.

3- Aykut Kence’nin “evrimi reddetmek, fizik ve kimya yasalarını reddetmektir” iddiası

Aykut Kence, evrimi reddetmeyi fizik ve kimya yasalarını reddetmeye denk tutmaktadır. Ortaya koyduğu mantıksal bozukluk bir yana, bu durum Aykut Kence adına şaşırtıcıdır. Çünkü bilimde “Teori nedir?, Yasa nedir?” sorularına dair biraz bilgisi olan bir lise öğrencisi dahi, bu iki kategori arasında böyle bir denklik kurulamayacağını görebilir.

Fizik ve kimya yasaları, tekrarlanabilir ve test edilebilir olgularla ilgilidir. Örneğin, astronomlar her gün Dünya”nın Güneş etrafında döndüğünü gözlemleyebilirler. Evrim teorisi ise gözlemlenemez, tekrarlanamaz, hayali dönüşümlerin teorisidir. Hiç kimse dinozorları kuşlara dönüşürken, kara memelilerini denize girip balinalara dönüşürken ya da ağaçtan inen bir maymunu medeniyet kurarken görmüş değildir.

Görüldüğü gibi Aykut Kence’nin, evrimi reddetmeyi fizik ve kimya yasalarını reddetmeye denk tutması yanlış bir tutumdur ve evrim teorisine herhangi bilimsel bir destek sağlamamaktadır.

Nostaljik Bir Propaganda Aracı Olarak ‘Sputnik’

Sputnik, 1957 yılında uzaya yollanmış ilk uydunun ismidir. Sputnik, Marksist evrimcilerin gönlünde, komünist Sovyetlerin bir başarısı olarak bazı nostaljik duyguların kaynağıdır. Bilim ve Gelecek yazarlarından Aykut Kence, bu uyduyla ilgili olarak şunları yazmaktadır:

“1957 Yılında Sovyetler Birliği uzaya içinde insan olan bir uydu gönderince, bilimin bir bütün olduğunun ayırdına varan Amerikan hükümetleri büyük bir telaşla müfredatlarını değiştirdiler ve Darwin”i de biyoloji kitaplarına dahil ettiler”.

Sputnik’in, evrimin bilimdeki yeriyle ilgili iddialara dayanak gösterilmesi tamamıyla yanlıştır. Yukarıda anlatıldığı üzere, uzaya uydu gönderme gibi bilimsel atılımlar gözlemlenebilir, tekrarlanabilir bilimin başarılarıdır. Uzaya uydu gönderen bilim adamları bu çalışmalarında gözlemlenebilir, tekrarlanabilir olgular üzerinde deneyler yapmış, başarı da bunun ardından gelmiştir. Tüm bu çalışmalar, gözlemlenebilir şimdiki zaman ile ilgilidir. Evrim teorisi ise gözlemlenemez geçmişe dair spekülasyonlar yapılan bir alandır. Canlıların kökeniyle ilgili bu hayali spekülasyonların uzaya uydu gönderme çalışmalarına sağladığı savunulabilecek hiçbir bilimsel katkı bulunmamaktadır.

Ek bir not olarak, Amerika’nın Ay”a insan gönderdiği Apollo programının yöneticisi Wernher von Braun yaratılışçı bir bilim adamıdır. 25

YARATILIŞ HAKKINDAKİ ELEŞTİRİLERE CEVAP

1- Modern Bilimin Temelleri Yaratılış İnancı Üzerine Kuruludur

Evrende kaos ve kargaşa yerine büyük bir uyum gözlemlenmesi, evreni Allah”ın yarattığının açık delillerindendir. Bu uyum, bilim yapmayı mümkün kılıp teşvik de etmiştir. Evrimci düşünür Loren Eiseley, modern bilimin temellerinin evrenin yaratılmış olduğu inancına dayandığını şöyle açıklar:

“Deneysel bilimin felsefesi, keşiflerine… bir yaratıcı tarafından kontrol edilen, akıl ürünü bir evreni araştırdığı inancına dayanarak başlamış ve metodlarını bu inanç sayesinde faydalı hale getirmiştir… Profesyonel anlamda inançla pek ilgili olmayan bilimin tarihindeki en ilginç paradokslardan birisi şudur ki, kökenlerini evrenin akılcı olarak yorumlanabileceğine dair inanca borçludur ve günümüzde bu varsayım sayesinde ayakta durmaktadır.” 26

Birçok bilimsel keşfin temelinde evrenin “anlamlı” olduğu yani bir Yaratıcı’nın eseri olduğuna dair inanç etkili olmuştur. Nitekim temel disiplinlerin temelleri inançlı bilim adamlarınca atılmıştır:

Fizik: Newton, Faraday, Maxwell, Kelvin
Kimya: Boyle, Dalton, Ramsay
Biyoloji: Ray, Linneaus, Mendel, Pasteur, Virchow, Agassiz
Jeoloji:Steno, Woodward, Brewster, Buckland, Cuvier
Astronomi: Copernicus, Galileo, Kepler, Herschel, Maunder
Matematik: Pascal, Leibnitz, Euler

(Detaylı bilgi için bkz. Kuran Bilime Yol Gösterir, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık)

2- Yaratılış Gerçeği

Yaratılış gerçeği, özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştirilen bilimsel bulgularla doğrulanmış, bilimsel bir gerçektir. Bu dönemde elde edilen bulgular, evrende yaşamı mümkün kılan son derece hassas bir ayarlamanın varlığının yanısıra, canlılığın tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kompleks, bilgiye dayalı sistemlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Yaratılışı kanıtlayan başlıca delilleri özetlemek gerekirse:

Yaşam, en temel seviyede dahi son derece komplekstir. Bu kompleksliğin tesadüflerle meydana gelmiş olma ihtimali matematiksel olarak “0” dır.

Bilim adamları, bölünme yeteneğine sahip, komplekslik seviyesi minimum olan bir hücrenin bile en az 300 gene sahip olması gerektiğini tahmin etmektedirler. Sadece 100 aminoasitten meydana gelen bir proteini kodlayan küçük bir gendeki dizilimin rastlantısal olarak ortaya çıkma ihtimalinin 1/10125 olduğu hesaplanmaktadır. Matematikte, tesadüfen gerçekleşme ihtimali 1/1050“den küçük ihtimaller “imkansız” kabul edilmektedir .27 Bu yüzden tek bir genin dahi tesadüflerle ortaya çıkma ihtimali bulunmamaktadır.

Evrimcilerin savunduğu senaryoya göre ise, tek bir gen değil, birçok genin tesadüflerle ortaya çıkmış olması gerekmektedir. Bu da imkansızlıkların birkaç defa gerçekleşebileceğini kabul etmeyi gerektiren bir senaryodur ki, buna inanmak tümüyle akıl dışıdır.

Yaşamın kökeninde yüklü miktarda ve anlamlı bilgi vardır. Genetik bilginin kökeni, fizik ve kimya kanunlarını aşar ve kendisini kodlayan maddeden bağımsızdır.

DNA’daki genetik harflerin dizilimi yaşam için hayati önemdedir. Ve bu özel dizilim “semantik (anlamsal)” bilgi taşır. Bunu bir benzetmeyle anlatacak olursak, TASARIM kelimesindeki harflerin tek başına anlam taşımaz, bunlar ancak belli sırada dizildiği zaman bir anlam ortaya çıkarır. Genlerdeki nükleotidler de böyledir. Tek başına bir anlam taşımayan nükleotidler, özel bir dizilimle dizilerek anlamsal bilgi taşıyan genleri meydana getirmektedirler. DNA, içerdiği bu anlamsal bilgi ile doğada görülen diğer yapılardan belirgin şekilde ayrılır. Ünlü teorik fizikçi Paul Davies, genetik bilginin anlamsal değerini, DNA’yı kar kristaliyle kıyaslayarak şöyle anlatmaktadır:
“Kar taneleri altıgen şekillerindeki özel düzenlemede dizilime dair bilgi içerir ama bu dizilim modellerinin semantik (anlamsal) değeri, yani yapının kendisini aşan bir anlamı yoktur. Buna karşın, biyolojik bilginin ayırt edici bir özelliği, anlamla dolu olmasıdır. DNA işlevsel bir organizma inşa etmek için gerekli bilgileri depolar; önceden belirlenmiş, özel bir ürün için bir algoritma veya karbon kopyadır. Kar taneleri birşey kodlamaz veya bir şeyi sembolize etmezler oysa genler kesinlikle kodlar ve sembolize ederler…Burada gerçek gizem olan şey, bilginin sadece varoluşu değil, kalitesidir aslında.” 28

Davies genetik bilginin kökenini “gizem” olarak isimlendirmesinin sebebi, DNA’daki bilginin, madde boyutunu aşar niteliğidir. Ünlü bilim düşünürü ve kimyager Michael Polanyi aynı gerçeği şöyle ifade etmiştir:

“Bir DNA molekülü, özde gelişmekte olan bir hücreye bilgi nakleder. Benzer şekilde, bir kitap da bilgi nakleder. Ancak bilginin nakli kimyasal veya fiziksel ilkelere göre açıklanamaz. Diğer bir deyişle, kitabın işleyişi kimyasal terimlere indirgenebilir değildir.

DNA, genetik bilginin nakliyle işlediği için, işlevi de kimya kanunlarıyla açıklanamaz. Yaşam süreci özde, döllenmiş bir hücrenin, DNA’daki bilginin aktarılması sayesinde gelişimidir. 29

Yaşam sürecinde kontrol faktörü olan bu bilginin aktarılma şekli kimyasal değildir ve fiziksel de değildir. O halde yaşayan bir sistemin tanımı, parçalarını yöneten kimyasal ve fiziksel kanunları aşmaktadır.”

Zihin, anlamlı bilgiyi tanıyarak anlam ve amaç üretebilir. Bir kitaptaki bilgi, harflerindeki mürekkepte veya şekilde değil, yazarının zihnindedir. Harfler, bilinç sahibi bir yazarın, zihnindeki anlamı kağıda dökmek için kullandığı sembollerden ibarettir.

Kitaptaki bilgiden çok daha kompleks olan; kimyasal ve fiziksel kanunları aşan; “anlamsal” nitelik taşıyan genetik bilgi de aynı şekilde açıkça bir aklın varlığını gösterir. Bu durum yaşamı Allah”ın yarattığının apaçık bir delilidir.

3- Bilinçli Tasarım Teorisi:

Yaşamın doğal sebeplerle kendiliğinden ortaya çıkamayacak kadar kompleks olduğunun anlaşılması, 1990’lı yıllarda ABD’li bilim adamları arasında bilinçli tasarım hareketinin doğmasına yol açmıştır. Yale, Princeton, MIT ve Smithsonian gibi akademik kuruluşların da üyeleri olan bir bilim adamı grubu; kozmoloji, astronomi, paleontoloji, karşılaştırmalı anatomi, mikrobiyoloji, genetik ve biyokimya gibi disiplinlerin dahil olduğu geniş bir yelpazeden gelen verilerin en iyi açıklamasının, “bilinçli tasarım” olduğunu savunmaktadırlar. Bilinçli tasarım teorisi, “yüklü miktarda bilgi barındıran, kompleks biyolojik yapıların ancak bilinç kaynaklı sebeplerle açıklanabilir olduğunu ve biyoloji alanında bu bilinçli sebeplerin ampirik olarak incelenebilir olduğunu” savunmaktadır. 30

1. Bilinçli tasarım teorisi, Bilim ve Gelecek dergisinin bilimsel bir kuram olmanın kıstası olarak öne sürdüğü normları karşılayan, bilimsel bir teoridir. Bilinçli tasarımın gözlemi, deneyi yapılabilir. Bilinçli tasarım; Adli Tıp Bilimi, Kriptografi, Arkeoloji ve SETI araştırmaları gibi alanlarda zaten bilimsel araştırmanın kapsamındadır.

Örneğin bir arkeolog, ucu sivri, simetrik yapıda bir taş ele geçirdiğinde bunun doğal sebeplerle (rüzgar ve akarsu aşındırması gibi faktörlerle) ortaya çıkmadığını, o bölgede yaşamış eski uygarlıklarca bilinçli tasarımla üretilmiş bir mızrak ucu olduğunu görebilir.

Benzer şekilde dedektifler, görünürde intihar etmiş bir insanın cesedini inceleyerek (sözgelimi kurşunun kafatasına verdiği tahribat ile silahın ateşlendiği muhtemel mesafe ve açıyı değerlendirerek) bu ölümün bir başkasınca tasarlanmış bir cinayet olup olmadığını ortaya çıkarabilir.

Biyolojik yapılarda tasarımın nasıl tespit edileceği konusunda ise, matematikçi William Dembski”nin ortaya koyduğu bilimsel kriterler yol göstericidir. Dembski, Cambridge Üniversitesi’nce yayınlanmış olan ve “The Design Inference: Eliminating Chance Through Small Probabilities” (Tasarım Çıkarımı: Tesadüfün Küçük Olasılıklarla Elimine Edilmesi) başlığını taşıyan kitabında, 31 bir yapının tesadüflerle açıklanmasının hangi aşamada imkansız sayılacağını ve bilinçli bir tasarımın varlığının tartışmasız kabul edileceğini matematiksel olarak göstermektedir.

Teori, “indirgenemez kompleks” nitelikteki biyolojik yapıların varlığını öngörmüş, bakteri kamçısından kanın pıhtılaşmasının biyokimyasına kadar çeşitli biyolojik sistemlerde bunu ortaya koymuştur.

İndirgenemez komplekslikteki biyolojik yapıların özelliği, bunların kökeninin Darwinci bakış açısıyla kesinlikle açıklanamaz olmalarıdır. Çünkü Darwin’in teorisi, organların daha basit yapıdaki fonksiyonel organlardan evrimleştiğini, yani indirgenebilir olduğunu varsaymıştır.

İndirgenemez komplekslikteki yapılarda, parçaların birinin eksik ya da kusurlu olması durumunda tüm sistemin işlevi kesintiye uğrayacaktır. Bir diğer deyişle indirgenemez kompleks sistemler, ancak tüm parçaların doğru organizasyonda ve kusursuz olarak bulunması durumunda işlevini görebilen yapılardır. Bu sistemlerin tek makul açıklaması, bunların bilinçli olarak tasarlandıkları şeklindedir. Bilinçli tasarım teorisinin bir diğer açıklayıcı elemanı, “özelleşmiş komplekslik”tir. Bu kavram, doğal sebeplerle açıklanamayacak derecede kompleks ve özelleşmiş olan bilgi içeriğini ifade eder ve DNA’nın, yukarıda anlatılan anlamsal niteliğinin de bir göstergesidir. Bu komplekslik kriteri DNA’daki bilgi içeriğinde açıkça kendini belli eder ve matematiksel olarak öçülebilir. 32

Hem indirgenemez komplekslik, hem de özelleşmiş komplekslik, Darwinizm gibi naturalist açıklamaları kesin olarak geçersiz kılmaktadır.

Bilim ve Gelecek ekibi bilmelidir ki, bilinçli tasarım hareketiyle ilgili gerçekleri gözardı ederek, okurlarına yaratılışçılığı basite indirgeyen gerçekdışı bir anlatımla sunmaları, savundukları davaya hiçbir katkı sağlamayacaktır. Felsefe Profesörü Peter van Inwogen’in (Michael Behe”nin Bilinçli Tasarım kitabı hakkında) söylediği gibi:

“Eğer Darwinistler bilimsel gerçeklerle dolu bu kitabı, önemsemeyerek, yanlış anlayarak veya ona gülüp geçerek karşılarlarsa, bu durum bugün Darwinizm”in bilimsel bir teori olmaktan çok bir ideoloji olduğu yönündeki gitgide yayılan şüpheler için önemli bir kanıt olacaktır.” 33

4- Evrimcilerin Tasarıma Karşı Ön Yargıları: Psikolojik Bir Etmen

Darwinist zoolog Richard Dawkins, yaşamın henüz tek bir hücre seviyesinde ortaya koyduğu kompleksliği şöyle bir örnekle anlatmaktadır:

“Fizik kitapları karmaşık olabilir, ama… bir fizik kitabında açıklanan obje ve olgular, yazarının bedenindeki tek bir hücredekinden daha basittir. Bu hücrelerin çoğu birbirinden farklıdır, hassas bir mimari ile mühendislikle bir kitap yazma yeteneğine sahip bir makinayı [yazarın bedenini] meydana getirirler. Ve bu yazar, trilyonlarca hücreye sahiptir… Her bir hücre çekirdeği… Encyclopedia Britannica ansiklopedisini oluşturan otuz ciltten daha çok miktarda ve dijital olarak kodlanmış bilgi içeriğine sahiptir. Ve bu bilgi saklama kapasitesi her bir hücre için geçerlidir, tüm hücrelerin toplamı için değil.” 34

Darwinist düşünür Daniel Dennett ise hücredeki kompleksliği, “Milyarlarca hücreden meydana geliriz ve tek bir insan hücresi kendi içinde, mühendislerin üretme kapasitesinin çok ötesinde kompleks mekanizmalara sahiptir.” diyerek ifade eder. 35

Dawkins ve Dennett’ın hücredeki kompleksliği tanımlarken kullandıkları “mimari” ve “mühendislik” kelimeleri dikkat çekicidir. Aslında biyoloji alanındaki çalışmalarda bu gibi bilinçli tasarım çağrıştıran benzetmelere sık sık başvurulur. Herhangi bir biyoloji ders kitabı açıldığında şunlar gibi birçok terim ve nitelemeyle karşılaşılır: ‘düzenleme’, ‘mesajcı’, ‘kod’, ‘veri bankası’ ya da ‘bilgi deposu’, protein fabrikaları (ribozom), enerji santralleri (mitokondri), “bilgisayar gibi işlem yapan beyin”…

Bunlara ilaveten, Microsoft”un başkanı ve yöneticisi Bill Gates, insan DNA’sını tanımlarken “bilgisayar programı” benzetmesi yapmıştır:

“İnsan DNA”sı, bir bilgisayar programı gibidir, ancak bizim şu ana kadar üretebildiklerimizden çok, çok daha gelişmiştir.” 36

Bu açıdan çok çarpıcı bir örnek, hızla gelişmekte olan moleküler biyoloji biliminin birer birer ortaya çıkardığı “moleküler makineler”dir.

Böyle bir makine soldaki resimde görülmektedir. Bu bir elektrik motorudur. Ama bu elektrik motoru bir ev aletinde ya da taşıtta değil, bir bakterinin üzerinde yer almaktadır. Bakteriler sahip oldukları bu motor sayesinde “kamçı” adı verilen organlarını hareket ettirir ve su içinde yüzerler. Bu organ, bazı bakteriler tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır. Organ, bakterinin hücre zarına tutturulmuştur ve canlı, ritmik bir biçimde dalgalandırdığı bu kamçıyı bir palet gibi kullanarak dilediği yön ve hızda yüzebilir. Bu makinenin parçaları proteinlerden meydana gelmektedir ve kendisi toplamda yaklaşık 250 ayrı moleküler parçadan oluşur.

Amerikan Bilimler Akademisi başkanı, hücre biyoloğu Bruce Alberts, Cell dergisinde yayınlanan bir makalesinde, moleküler (protein) makineler hakkında şunları yazmıştır:

Hücrenin tamamı, birbiriyle kilitlenmiş üretim bantlarından meydana gelen detaylı bir ağ olarak görülebilir. Ve bu ağların her biri bir grup büyük protein makinelerinden meydana gelmiştir… Hücre fonksiyonunun temelinde yatan protein üretimhanelerini protein makineler olarak isimlendiriyoruz? Çünkü bu protein makineler, insanların makroskopik dünyadaki işlerini verimli bir şekilde yürütmek için icat ettikleri makineler gibi, birbiriyle son derece koordineli olan hareketli kısımlar içeriyor. 37

Alberts’ın sözlerinden de anlaşıldığı gibi biyolojik yapılarla insan üretimi yapılar arasındaki terim benzerliği rastlantı değildir. Bilim adamları, bilim ilerledikçe tanıştıkları yeni biyolojik yapıları, bilinçli tasarım ürünü ve çoğu üstün teknoloji içeren yapıların isimleriyle isimlendirmektedirler.

Darwinist bilim düşünürü Michael Ruse, tasarım terminolojisinin sadece kullanılmakla kalmadığını, bunun ‘uygun’ olduğunu yazmıştır. Çünkü sistem açıkça tasarlanmış görünmektedir:

“Darwinci evrim [teorisi] üzerindeki çalışmaların hem geçmişi hem de şu anki durumu bizlere tasarım tipi düşüncenin uyumcu paradigmada (adaptionist paradigm) kullanıldığını göstermiştir. Bizler organizmaları -en azından parçalarını— sanki üretilmişler, sanki tasarlanmışlar gibi ele alıyoruz ve sonra fonksiyonlarını inceleyip ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Nihai amaca yönelik düşünce -yani teleolojik düşünce- biyolojide uygundur çünkü ve sadece çünkü organizmalar sanki üretilmişler, sanki bilinçli olarak yaratılmış ve işleyişe konulmuşlar gibi görünmektedirler.” 38

Biyolojik yapıların, bilinçli insanlarca üretilen yapı ve sistemlere böylesine büyük benzerlik göstermesi, bir insanın yaratılış gerçeğini görmesi için başlı başına yeterli bir delildir. Ortada bilinçli olarak var edilmiş bir sistem varsa, bunun tesadüflerin eseri olduğunu iddia etmek büyük bir akılsızlık olur. Evrimci bilim adamlarının bu akılsızlığa düşmelerinin nedeni kesinlikle bilimsel değil, psikolojiktir. Nitekim ünlü astronom Fred Hoyle, bu durumu şöyle ifade etmiştir:

“Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmeyişinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.” 39

Bu psikolojik nedenden dolayı Dawkins ve Dennett gibi evrimciler, biyolojideki mimari ve mühendisliğin tesadüflerin ürünü olduğuna körükörüne inanmayı seçmektedirler. Bu insanlara böyle davranmalarını, materyalizme olan inançları söylemektedir. Bir bakterinin tesadüfleri reddeden kompleksliği açıkça bir Yaratıcı’nın varlığına işaret eder ama bu açık gerçek, materyalist bir bilim anlayışına körükörüne bağlılık yüzünden reddedilir. Yaşamın kökeni araştırmacısı Robert Shapiro, materyalistlerin bu akıl dışı tutumunu şu sözleriyle ortaya koymaktadır:

“…Benzer şekilde, her biri bir saatten çok daha fazla kompleks olan bakteri ve diğer canlıların varlığı, bir Yaratıcı”nın varlığını ortaya koyar. Çünkü, [biyolojik] işlevlerini böylesine uygun şekilde yerine getiren canlıları ancak daha üstün bir varlık tasarlayabilir… Ama eğer bilimin alanı içinde kalmak istiyorsak, başka bir çözüm aramak zorundayız.” 40

Evrimciler, hücrenin, açıkça bir tasarım ortaya koyan parçalarını, bilinçli tasarım ürünü yapılardan esinlenerek isimlendirmekte ama hücrenin kendisinin tasarlanmış olduğunu inkar etmektedirler. Bir yapının parçalarındaki tasarımı gören ancak yapının tasarlanmış olduğunu kabul etmeyen birisinin bu davranışını geçerli gösterebileceği hiçbir mantıksal zemin bulunmamaktadır. Bu garip davranış, bir pistonda tasarım bulunduğunu kabul edip otomobil motorunun tesadüflerin eseri olduğunu iddia etmek gibidir; yani saçmadır.

Ama bunun saçma olması, evrimcilerin materyalizmi terk etmeleri için yeretli olmamaktadır. Hatta bu akıl dışı bakış açısı, evrim biyologlarına adeta bir meslek prensibi olarak telkin edilmektedir. Bilimsel oluşumun liderlerinden ve araştırmalara yön veren bir DNA araştırmacısı olan Francis Crick aynen şunları söylemiştir:

“Biyologlar, gördükleri şeylerin tasarlanmış olmadıklarını ve evrimle ortaya çıktığını sürekli olarak akıllarında tutmalıdırlar.” 41

Crick’in biyologlara sürekli olarak yüzyüze oldukları tasarım gerçeğini yok saymalarını telkin etmesi çok ilginçtir. Biyolojik terimler dahi bilinçli tasarımın varlığını açıkça gösteriyorken, Crick’in tasarımı inkar etmesi; bir kazı alanında antik heykel ve sikkeler toplayan arkeologların, burada yaşamış bir medeniyeti yok saymaları kadar anormal bir durumdur.

Eğer bir arkeolog, çalışma arkadaşlarına “arkeologlar, gördükleri şeyin tasarlanmış olmadıklarını, erozyon gibi doğal sebeplerle ortaya çıktıklarını sürekli olarak akıllarında tutmalıdırlar” diye telkinde bulunacak olsa, ciddiye alınmaz, kariyeri de fazla uzun sürmezdi.

Arkeolojide bilinçli tasarımı inkarı, kimse makul karşılamaz, ancak Crick gibi materyalistlerin çabalarıyla biyolojide bilinçli tasarımı inkar neredeyse tamamen makul karşılanmanın eşiğine gelmiştir. Günümüz biyologlarının birçoğunun, tasarımı reddeden evrim savunucuları olmaları, bilimsel dayanaklardan değil, söz konusu psikolojik etmenin doğa bilimlerinde bir “öğreti” olarak yerleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda Düşünür Michael A. Corey’in aşağıdaki sözleri oldukça aydınlatıcıdır:

“Günümüzde çalışmakta olan evrimcilerin çoğunluğunun, Yaratıcı’nın varlığına karşı yaklaşımlarında ateist veya agnostik olmaları bir rastlantı değildir. Bilimin [materyalistlerce tanımlanmış] kendi doğası bilim adamı olmaya karar verecek tipte kişiler üzerinde güçlü bir seçici etki uygular görünmektedir. Modern bilimsel hareketin başlangıçta teist bir temelde kurulduğu doğru olmakla beraber, birçok modern bilim adamı işlerinin dinsel kökleriyle bağlantılarını kaybetmişlerdir ve bu şahısların önemli bir bölümü açıkça anti-teist olarak nitelenebilir. Aslında, birçok ateist bilimsel kariyerlerine sadece doğa bilimlerinin teist olmayan doğası yüzünden çekilmiş görünmektedirler. ” 42

PEKİ YA EVRİM TEORİSİNİN BİLİMSELLİĞİ?

Bilim ve Gelecek yazarları, evrim teorisi her yönden doğrulanmış bir teoriymiş gibi bir tavır takınmaktadırlar. Oysa gerçekte durum böyle olmaktan son derece uzaktır.

Evrim Teorisi Neden Bilimsel Değildir?

1-Evrim teorisi test edilemez bir hal almıştır

Bir teorinin bilimsel olması için yanlışlanabilir olması gerekir. Evrimci Francisco Ayala’nın American Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde yazdığı gibi: “Bir hipotez sadece deneyle test edilebilirse ampirik veya bilimseldir… En azından prensipte, ampirik gözlemler veya deneylerle yanlışlanabilir olmayan bir hipotez veya teori bilimin inceleme alanına dahil değildir.” 43

Buna göre bir teori 1) Yanlışlanabilir değilse, 2) Test edilebilir değilse (ampirik) bilimin inceleme alanına dahil değildir. Ehrlich ve Birch, Nature’da yayınlanan makalelerinde şunları yazmaktadırlar:

“Evrim teorimiz… herhangi mümkün bir gözlemle çürütülemez [yanlışlanamaz] hale gelmiştir. Akla gelebilen her gözlem buna uygun hale sokulabilir… Bu yüzden, mutlaka yanlış olmayabilirse de, ampirik bilimin alanının dışındadır… Hiç kimse teoriyi test etmenin yollarını bulabilmiş değildir. Fikirler, temelsiz oldukları veya aşırı derecede basite indirgenmiş sistemlerde yürütülen birkaç laboratuvar deneyine dayandıkları halde, geçerliliklerinin çok ötesinde bir yaygınlık kazanmışlardır. Çoğumuz bu teoriyi eğitimimizin bir parçası olarak kabul etmiş bulunuyoruz.” 44

Evrimciler için teorileri doğruluğunu veya yanlışlığını araştırdıkları bilimsel bir hipotez değil, herşeyi kendisine uyumlu hale getirdikleri bir tür dogmadır. İngiliz fizikçi H. S. Lipson, bu dogmanın evrimciler için bir tür din haline geldiğini yazmıştır:

“Aslında evrim bir anlamda bilimsel bir din haline geldi; hemen hemen bütün bilim adamları bunu kabul etti ve birçoğu onunla uyumlu olması için gözlemlerini eğip bükmeye hazırlar.” 45

2- Evrim teorisinin bilime katkısı yoktur

Bilimsel teorilerin bir diğer özelliği, öngörülerde bulunmalarıdır. Bir teorinin öngörüleri bilimsel keşiflerle ne derece doğrulanırsa, bilimsel araştırmaları o denli iyi yönlendirmiş, etkili bir teori sayılır. Darwinizm, evrimcilerce açıklayıcı gücü fazla, faydalı bir teori olarak övülmektedir. Oysa milyonlarca canlı türünün tek bir hücreden tesadüflere dayalı, kör bir süreçte evrimleştiğini savunan evrim teorisi, bilimsel gerçekler karşısında geçersiz ve dolayısıyla açıklayıcı güçten mahrumdur. Evrim teorisini kanıtlamakiçin yapılan araştırmalar, canlıların gen frekanslarında değişimi ortaya koymaktan öte gidemememiştir (Örneğin, sanayi kelebekleri popülasyonlarındaki renk değişimi gibi. Ancak bilinmelidir ki, bu bulgu, canlıların ortak bir atadan evrimleştiği varsayımına hiçbir destek oluşturmamaktadır). Avusturalyalı evrim genetikçisi George Miklos evrim teorisinin buna rağmen herşeyi kapsayıcı bir teori olarak sunulması karşısındaki şaşkınlığını şu şekilde ifade etmektedir:

“Herşeyi kapsayan bu evrim teorisi ne gibi öngörülerde bulunmaktadır? Rastlantısal mutasyonlar ve seçilim katsayıları gibi bir avuç ilkeye göre, canlıların gen frekanslarında zaman içinde değişim ön görmektedir. [Peki ama] Büyük evrim teorisinin tüm öngörüleri bundan mı ibaret olmalıdır?” 46

Prof. Louis Bounoure ise evrim teorisinin bilime katkısızlığı hakkında daha kesin bir dil kullanmıştır. Sırasıyla Strasbourg Biyoloji Derneği, Strasbourg Zooloji Müzesi ve Fransız Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi’nin yöneticiliğini yapmış prestijli bir bilim adamı olan Bounoure, bu konuda şunları söylemiştir:

“Evrim, yetişkinler için bir peri masalıdır. Bu teori bilimin gelişmesine hiçbir katkıda bulunmamıştır. Bu teori gereksizdir.” 47

3- Evrim teorisinin iddiaları ampirik kanıtlara dayalı değildir, gözlenemez, doğrulanamaz

Evrimciler, rastlantısal evrimsel süreçlerle nasıl böyle düzenli bir canlı çeşitliliğinin ortaya çıkmış olabileceği sorusunu kesinlikle yanıtlayamamış oldukları halde, bilimsel literatürde teorilerini ampirik kanıtlara dayalı bir keşifmiş gibi anlatmaktadırlar. Bu nedenle, moleküler biyolog Michael Denton evrim teorisini astrolojiye benzetmiştir:

“Evrim paradigmasına [teorik sistemine] bağlılık o denli kuvvetlidir ki, ciddi bir yirminci yüzyıl bilimsel teorisinden daha çok bir Ortaçağ astrolojisi prensibine benzeyen bir fikir, evrim biyologları için bir gerçek haline dönüşmüştür.” 48

Evrim teorisi, metafizik bir inancın hiçbir şekilde destekleyici olmayan küçük çaplı değişimlerle açıklanma çabasıdır. Örneğin evrimciler, kelebek popülasyonlarında rengi ya da ispinoz popülasyonlarında gaga şeklini kontrol eden genlerin frekansının zaman içinde değişmesini “evrim” olarak nitelendirebilmektedirler.

Oysa bu bir evrim değildir. Kelebek popülasyonlarındaki renk değişimi veya ispinozların gaga formundaki değişim, bu canlıların ilk başta nasıl ortaya çıktığını açıklamaz. Bu gibi değişimler, ilgili özellik veya yapıyı (kelebek rengi veya ispinoz gagası) kontrol eden genin varyasyonları arasında gerçekleşmektedir. Dahası, bilimsel gözlemler bu değişimin zaman içinde daima sınırlı olduğu yönündedir. Böylece renkleri ne olursa olsun, kelebekler yine kelebek; gagaları hangi şekilde olursa olsun ispinozlar ispinoz olarak kalmaktadır.

Evrimciler kelebeklerde olduğu gibi milyonlarca canlı türünün de, tüm komplekslikleri ve yüklü miktarda genetik bilgi kapasiteleriyle, bilinçsiz bir süreçte ortak bir atadan türediği iddiasını ortaya atabilmektedirler. Üstelik bunu “bilimsel bir gerçek” olarak isimlendirmektedirler.

Evrimci senaryoya göre yaşam tek bir hücreyle başlamış, daha sonra komplekse doğru bir seyir izleyerek çok hücreliler ve hayvanları ortaya çıkarmıştır. Evrimciler böyle bir senaryoyu milyonlarca canlı türünün kökenini açıklamada kendilerinden oldukça emin görünerek kullanabilmektedirler. Ancak ne gariptir ki böyle bir mekanizmanın varlığını gösterebilmek umuduyla gerçekleştirilmiş sayısız deney, evrimcilere bu senaryoyu bilimsel bir iddia olarak savunabilecekleri tek bir kanıt dahi vermemiştir.

Yaşamın basitten komplekse evrimleştiğini savunan evrimcilerin, aşamalı olarak evrimsel yeniliklerin ortaya çıkabileceğini göstermesi gerekir. Oysa, Darwinizm”in en önemli savunucuları arasında yer alan Ernst Mayr’ın da itiraf ettiği gibi:

“Aşamalar sonucu evrimsel bir yeniliğin ortaya çıktığına dair açık bir kanıt yoktur.” 49

Hayali evrim sürecindeki evrimsel yeniliklerin aşamalı olarak ortaya çıkabileceğine dair tek bir bilimsel kanıt olmadığına göre, burada bilimden veya bir teoriden değil, “inanç”tan söz edildiği ortaya çıkmaktadır. Ve bu inançla ilgili olan herşey, gözlemlenebilir ve tekrarlanabilir bilimin kapsamı dışındadır.

 

Nitekim 20. yüzyılın en büyük bilim düşünürleri arasında gösterilen Karl Popper, tüm bu sebeplerden dolayı “Darwinizm’in test edilebilir bilimsel bir teori değil, metafizik bir araştırma programı olduğu sonucuna varıyorum” 50 diyerek evrim teorisini bilimsel bir teori olarak değerlendirmediğini belirtmiştir. Bu yorumun Popper’den geliyor oluşunun altını çizmek gerekir çünkü Popper, bilimle bilim olmayanı ayırmad

http://harunyahya.org/tr/NetCevap/146720/Bilim-ve-Gelecek-Dergisinin-Ozgurluk-Korkusu-III-Bilimin-Dogasi-Evrim-ve-Yaratilis-Hakkindaki-Iddialara-Cevaplar