Bir Başka Başarısız “RNA Dünyası” Deneyi ve Bir Başka İtiraf
Nobel Ödülü sahibi Harvard’lı biyolog Jack Szostak 2016 yılında yayınladığı makalesinde ribonükleik asit (RNA)’in kendi kendini kopyalayacağı bir yöntem bulduğunu iddia etti. Bu iddiası hayatın kökeniyle ilgili çok önemli bir sorunun cevabı gibi lanse edildi. Ancak henüz üzerinden bir yıl geçmişti ki, Szostak makalesini geri çekmek zorunda kaldı.
Szostak’ın Harvard Üniversitesindeki laboratuvarı çok uzun yıllardır hayatın kökenine bir yanıt bulmak için çalışıyor. Elbette bu arayışları objektif, tarafsız değil; yaşamın tesadüfler sonucunda, kendiliğinden oluştuğuna, yani sözde evrimsel mekanizmalarla meydana geldiğine inanarak bu çalışmaları yürütüyorlar.
Szostak’ın laboratuvarı, özellikle RNA’nın enzimler olmadan kendi kendini nasıl kopyalayabileceği üzerinde çalışıyordu. Szostak geri çekmek zorunda kaldığı makalesinde, RNA’nın enzimler olmadan kendi kendini kopyalayabildiğini iddia etmişti.
Bu geri çekilen makaleyle ilgili detayları vermeden önce, Szostak ve daha birçok bilim adamının neden kendi kendini kopyalayabilen RNA’nın peşinde olduklarını kısaca özetleyelim.
Yaşamın kökenini sözde evrimsel mekanizmalarla açıklamaya çalışan evrimciler, daha ilk başta, proteine ait bilgileri içeren DNA molekülünün nasıl meydana geldiğini açıklama safhasında büyük bir çıkmaza girmektedirler. DNA’daki kompleksliği tesadüflerle açıklayamayan evrimciler, 1980’lerde yeni arayışlar içine girdiler. 1986 yılında Harvard’lı kimyacı Walter Gilbert bir senaryo geliştirerek; bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendini kopyalayabilen bir RNA molekülünün kendiliğinden oluştuğunu iddia etti. Sonra da bu RNA molekülünün çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başladığını öne sürdü. Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklama ihtiyacı doğduğunu ve bu senaryoya göre de yine her nasılsa DNA molekülünün kendi kendine ortaya çıktığını iddia etti.
Birçok evrimci gibi Szostak da RNA’nın ilk ortaya çıkan molekül olduğuna inanmaktadır. Ancak evrimcilerin RNA’nın diğer gerekli enzimler ve proteinler olmadan nasıl kendisini kendini kopyaladığını göstermeleri gerekmektedir. İşte Szostak’ın laboratuvarı bunun için çalışmaktadır. Eğer böyle bir mekanizma bulurlarsa, RNA’nın kendi kendini kopyalayabildiğini ve böylece DNA’dan veya proteinlerden önce RNA’nın sözde evrimle oluşabildiğini, bunun da hayatın kökeniyle ilgili evrimci iddialara dayanak sağlayabileceklerini düşünmüşlerdi. Ancak bu hedefleri hiçbir zaman gerçekleşemedi. Çünkü ne RNA ne de hücrenin herhangi bir parçası kör tesadüflerin eseri değildi.
Nitekim 2016 yılında Nature Chemistry dergisinde yayınlanan ve evrim teorisini güçlendiren bir buluş gibi lanse edilen, Nobel ödüllü Szostak’ı harekete geçiren bu makale, bu sözde buluşla ilgiliydi.
Ne var ki, Szostak’ın laboratuvarında çalışan doktora sonrası araştırmacısı Tivoli Olsen aynı deneyleri yapmasına rağmen aynı sonuçları elde edemedi. Tivoli, deneydeki sonuçları elde edemediği gibi, önceki deney sonuçlarının da yanlış yorumlandığını gördü. Szostak’ın makalesi yayından kaldırıldı. Szostak, bu “fiyasko”nun “kesinlikle utanç verici” olduğunu itiraf etti ve şöyle dedi:
“Geçmişe bakınca, bulgularımıza dair) inancımız tarafından körleştirildiğimizi görebiliyorum… Bu deneyleri yorumlarken olmamız gerektiği gibi (Tivoli’nin olduğu gibi) dikkatli veya titiz davranmadık.” [1]
Aslında Szotsak’ın samimi itirafı son derece önemlidir. Deliller üzerine kurulu bir teori olmayan Evrim teorisi, bir Yaratıcının varlığını inkar etmenin tek yolu olarak görülerek benimsenmiş, materyalist amaçlar uğruna savunulan bir teoridir. Her bilimsel bulgu, ortaya atıldığı dönemden bu yana, hep, söz konusu kişiler tarafından evrim teorisine göre yorumlanmıştır. Szotsak’ın itirafında da görüldüğü gibi, evrime olan inançları, birçok bilim adamının objektifliğini körleştirmekte, bulguları yanlış yorumlamalarına neden olmaktadır.
Daha da ilgi çekici olan ise Szotsak’ın yaratılışa inananlar için sarf ettiği bazı sözlerin, aslında kendisinin içine düştüğü durumu tarif ediyor olmasıdır: “İmana dayalı inanç sistemlerinin, şüphecilik ve sorgulama teşvik edilmediğinde, inançlı kişiyi manipülasyona müsait duruma getirdikleri için, doğası gereği tehlikeli olduklarını düşünüyorum.” Görülebildiği gibi Szotsak’ın yaptığı bu tarif, asıl olarak, hiçbir delili olmamasına rağmen körü körüne evrim teorisine inanan insanlara yöneliktir.
Evrim teorisi bilimsel olmayan bir inançtır. Materyalistler ve evrimciler, evrenin ve canlılığın bir Yaratıcının eseri olduğu gerçeğini kabul etmemek için, evrim teorisine sımsıkı sarılmışlardır. Aslında bilim, 19. yüzyıldan bu yana, evrimci ve materyalist bakış açısı nedeniyle oyalanmakta, büyük zaman, enerji ve maddi kaynak boşa harcanmaktadır. Fosillerden, mikro dünyadaki bulgulara kadar her delil, evrimci ve materyalist bir bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
Yine Harvard Üniversitesinden genetikçi ve evrimci olan Richard Lewontin’in ünlü itirafı bu durumu çok açık izah etmektedir:
“Bizim materyalizme bir inancımız var, ‘a priori’ (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.”[2]
Lewontin’in asıl yanılgısı, tüm kainatı Allah’ın yarattığı gerçeğinin tüm açıklığıyla, tüm ihtişamıyla ve tüm bilimselliğiyle sergileniyor olmasıdır. Dolayısıyla, bir materyalistin bunu kabul edip etmemesi bu gerçeği kuşkusuz ki değiştirmemektedir. Materyalizmi mutlak doğru kabul edenler, bilimi reddederek, bilimsel gerçeklere gözlerini kapatarak, aynen Szostak’ın söylediği şekilde körleşerek, kendi küçük dünyalarında yenilgilerini izlemektedirler.
Evrimcilerin iddia ettiği şekilde başıboş, amaçsız, hedefsiz, kontrolsüz, aklın ve bilginin olmadığı bir ortamda, “gerekli maddelerin”, “gerekli çevresel koşulların” ve “gerekli müdahalelerin”, gerektiği zamanda, gerektiği kadar miktarda tesadüfen bir arada bulunması imkansızdır.
Tek bir RNA molekülünün oluşabilmesi için dahi akıl, bilgi, güç sahibi bir Yaratıcının varlığı şarttır. Bu bilimin gösterdiği, çok açık ve kesin bir gerçektir. Aksini kanıtlamaya çalışan çabalar “geri çekilmeye” mahkumdur.
[1] http://retractionwatch.com/2017/12/05/definitely-embarrassing-nobel-laureate-retracts-non-reproducible-paper-nature-journal/#more-52894
[2] Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of Books, January 9, 1997, s. 28
Adnan Oktar’ın New Straits Times’da (Malezya) yayınlanan makalesi:
https://www.nst.com.my/opinion/columnists/2018/01/328188/evolution-fails-deny-Creator