Moleküler Evrim Senaryolarının Son Çırpınışı
Geçtiğimiz günlerde bir kısım medyada, 07.04.2006 tarihli Science dergisindeki bir makale kaynak gösterilerek hazırlanmış haberler yer aldı. Bu haberlerde dikkati çeken ortak nokta, moleküler evrim iddiasının sözde ispatlandığına dair bir habere yer verilmesiydi. Oysa habere kaynaklık eden makale incelendiğinde, söz konusu iddianın bir hormon-reseptör ikilisinin ortaya çıkışı hakkında kurgulanan evrimci bir senaryodan ibaret olduğu görülecektir. Pek çok evrimci varsayım, spekülasyon ve önkabulden yola çıkılarak kurgulanan senaryoya bilimsellik görünümü katabilmek için de, aralara çeşitli göstermelik deney sonuçları, renkli şema, tablo ve grafikler serpiştirilmiştir.
Bu senaryonun kendisi bütünüyle gerçek dışı olduğu gibi, makalede bu uydurma senaryoya dayanılarak varılan, “bu hormon-reseptör ikilisi nasıl kademeli bir evrimle ortaya çıkabiliyorsa demek ki canlılardaki tüm kompleks sistemler de aynı şekilde kademeli bir evrimle ortaya çıkabilirler” sonucu da aynı şekilde akıl ve mantık dışıdır.
Evrimcilerin bu tür gerçek dışı senaryolar üretme çabalarının altında yatan neden evrim teorisinin iddialarını kökünden silen, canlılardaki “indirgenemez komplekslik” gerçeğine karşı sessiz kalmamak, uydurma ve zorlama da olsa evrimci bir cevap verebilmiş olmaktır.
Bilindiği gibi canlılarda içiçe geçmiş ve kendine özgü parçalardan oluşmuş son derece kompleks sistemler vardır. Bu sistemler, tek bir parçası dahi eksik ya da kusurlu olduğunda işlev göremeyecek özelliğe sahiptir. Bu özelliğe “indirgenemez komplekslik” adı verilir.
İndirgenemez komplekslik, 20. yüzyıl mikrobiyolojisinin ortaya koyduğu ve evrim teorisinin tezlerini altüst eden tartışmasız bir gerçektir. Çünkü indirgenemez komplekslikteki bir yapının evrim teorisinin öngördüğü gibi basitten gelişmişe doğru aşamalı bir evrim süreciyle meydana gelmesi imkansızdır. Bu farazi aşamalar esnasında parçalar eksik olduğundan sistem bir işe yaramayacak ve diğer parçaların ortaya çıkmasını bekleyemeden yok olacaktır.
Nitekim Darwin de daha modern bilim indirgenemez komplekslik gerçeğini ortaya koymadan yaklaşık yüzyıl önce bu konudaki endişesini şöyle dile getirmiştir:
Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189)
Darwin”in endişelerini gerçeğe dönüştüren ve teorisine ölümcül darbeyi vuran bu indirgenemez komplekslik gerçeği evrimcilerin korkulu rüyası olarak kalmış ve yıllar boyu bu gerçeği örtbas etme yoluna gitmişlerdir.
İşte Science”daki son makale de bu gerçeği çarpıtma ve örtbas etme çabalarının bir yenisidir.
Şimdi makaledeki iddiaların ve bunlardan varılan sonuçların tutarsızlıklarını ve geçersizliklerini ana maddeler halinde inceleyelim:
Atasal Genler Aldatmacası
Bilindiği gibi hormonlar vücut içindeki pek çok hayati fonksiyonun düzenlenmesinde rol oynarlar. Hormonların varlığı gibi salgılanma miktarları da canlı için çok büyük önem taşır. Vücuttaki hormon miktarlarındaki moleküler düzeydeki dalgalanmalar bile kimi zaman o canlı için ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle canlılardaki hormonal mekanizmalar son derece hassas dengeler, ince ayarlar içerisinde faaliyet gösterir. Hormonların gerekli etkiyi göstermesi için vücutta o hormona özel olarak yaratılmış olan algılayıcılara bağlanmaları gereklidir. Bu algılayıcılara da “reseptör” adı verilir. Örneğin pankreas tarafından, kan şekeri düzeyini düzenlemek için salgılanan insülin hormonunun, bu görevi yerine getirebilmesi için bu hormona özel insülin reseptörlerine bağlanması gereklidir. Kısaca hormon ve reseptör ikilisi vücutta belli bir fizyolojik süreci başlatan bir anahtar-kilit sistemi gibidir. Nasıl bir anahtar ancak kendisi için uygun üretilmiş bir kilidi açabiliyorsa, bir hormon da ancak kendisine duyarlı olan bir reseptöre bağlanarak vücutta belli bir fonksiyonu gerçekleştirebilir.
Bir anahtarın tesadüfen ortaya çıkması imkansızdır; bir kilidin de tesadüfen ortaya çıkması mümkün değildir. Dahası bu anahtar ve kilidin birbirine uyumlu olacak biçimde rastlantılarla oluşması imkansızın da ötesindedir.
Bir anahtarın ve bir kilidin bunları üreten bir anahtar ustası olmadan ortaya çıkabileceğini iddia etmek nasıl akıl dışı bir tavırsa bir anahtar-kilit ikilisinden çok daha kompleks bir yapıya sahip olan hormon-reseptör sisteminin rastlantılarla ayrı ayrı hem de birbirine uyumlu olarak oluşabileceğini öne sürmek çok daha şuursuz bir iddia olacaktır.
İşte makalede ispatlanmaya çalışılan da bu akıl dışı iddiadır.
Makalede bu iddiaya konu edilen hormon, vücuttaki sodyum ve potasyum iyonlarının dengesini sağlayan “aldosteron” hormonudur. Reseptör ise aldosteron hormonunun bağlandığı “mineralokortikoid” (MR) reseptörüdür.
Makalede, söz konusu hormon-reseptör ikilisinin oluşturduğu kompleks sistemin, sözde Darwin”in teorisine uygun bir biçimde, her parçasının ayrı ayrı “kademeli evrim”lerle ortaya çıktığı öne sürülmektedir.
Her şeyden önce, yukarıda bahsi geçen reseptörlerin yüzmilyonlarca yıl önce birbirlerinden evrimleştiği ve aralarında ata-torun ilişkisi bulunduğu iddialarının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Bu yalnızca evrimci bir varsayımdan ibarettir. Her iki hormonun aralarındaki benzer aminoasit dizilimine sahip olmasından esinlenilerek biri diğerinin atası ilan edilmiştir.
Oysa, evrimcilerin iddialarında “dönüştürücü ve geliştirici etken” olarak gösterdikleri yegane mekanizma olan mutasyon, yeni amino asitler ekleyerek AncCR reseptörünü MR reseptörüne dönüştürmez. Aksine AncCR adı verilen reseptörün bozulup işe yaramaz hale gelmesine sebep olur. Çünkü mutasyonlar %99 ihtimalle tahrip edici, %1 ihtimalle de etkisizdirler.
Dolayısıyla, organik bir yapıyı rastgele değiştiren herhangi bir mutasyonun, bu yapıyı daha fazla özelliklere sahip, daha kompleks bir başka yapıya dönüştürmesini beklemek, imkansıza inanmak olur.
Günümüzde yaşayan pek çok canlı türünde ortak olan birçok hormon, protein ve reseptör çeşidi vardır. Bu moleküler yapılar genelde benzer fonksiyonları yönetmelerine rağmen, aralarında canlıdan canlıya değişen çeşitli yapısal farklılıklar vardır.
Örneğin pek çok canlı türünde var olan Sitokrom-C enziminin amino asit dizilimi canlıdan canlıya farlılık gösterir. Ancak bu durum o canlıların birbirinin akrabası, atası ya da torunu olduğu anlamına gelmez. Sadece hepsinin kendi vücut yapıları ve sistemlerine uygun özel moleküllerle donatılmış olduklarını gösterir.
Canlılardaki ortak bazı moleküler yapılar arasındaki kimyasal yapı benzerliklerinden ya da farklılıklarından bir takım evrimci çıkarımlar üretmenin de hiçbir bilimsel değeri olmadığı defalarca kanıtlanmıştır. Fakat buna rağmen evrimciler bunu gözardı ederek bu benzerlik ve farkılılıklardan işlerine geldiği gibi hayali yorumlar üretmeye devam etmektedirler.
Milyonlarca Sene Bekleyen Parçalar Hikayesi
Makalede, “canlı organizmalardaki moleküller birden fazla göreve katılabildiğine göre demek ki kompleks sistemlerin parçaları da önceden farklı yapılar içindeki farklı fonksiyonlarda yer almış ve bu şekilde ileride katılacakları kompleks sistemler oluşana kadar yok olmadan varlıklarını sürdürmüşler” gibi gülünç bir iddia öne sürülmektedir.
Makale boyunca sözde ispatlandığı öne sürülen MR reseptörü-Aldosteron hormonu ikilisinin evrimi senaryosu da bu gülünç iddianın kanıtı olarak gösterilmektedir.
Burada çok önemli bir nokta gözlerden kaçırılmaya çalışılarak, adeta “oldu bitti” tarzında bir hileye başvurulmaktadır; bu da şudur:
Kompleks sistemlerdeki parçaların çoğu bu hormon-reseptör ikilisindeki gibi bireysel moleküllerden değil, çok çeşitli molekülün oluşturduğu çok daha karmaşık yapılardan meydana gelir. Örneğin son derece kompleks bir sistem olan gözün 40 temel parçasından biri olan retina, değil bir molekül ya da molekül grubu, her biri milyonlarca çeşitteki ve trilyonlarca sayıdaki molekülün bir plan, ölçü ve düzen altında biraraya geldiği retina hücrelerinden oluşmaktadır.
Bu durumda, makaledeki iddiayı ortaya atanların, yalnızca görme fonksiyonları için özelleşmiş olan retina tabakasının başlangıçta nasıl tesadüfler sonucunda ortaya çıktığını ve önceki canlıların sistemlerinde hangi alakasız işlere yarayarak daha sonradan var olacak olan göze eklenmeyi beklediğini açıklamaları gerekir. Ya da kuşların kanatlarındaki tüylerin kanatlar ortaya çıkana dek ne yaptıklarını veya böbreklerde kanı, hemodiyaliz makinesinden çok daha hassas biçimde filtre eden Bowman kapsüllerinin böbrek ortaya çıkmadan önce nasıl tesadüfen meydana geldiğini ve daha önceki hangi organizmalarda hangi farklı görevlerde rol aldığını da açıklamaları gerekir.
Aynı şekilde, gelmiş geçmiş milyonlarca canlı türündeki sayısız kompleks organın, sistemin, yapının parçaları için de ayrı ayrı bu soruların cevaplarını vermeleri gerekir.
Ayrıca, bu sayısız parçacıktan her birinin açıklamasının farklı, özel ve müstakil olması gerektiğini, birinin açıklamasının diğeri için bir anlam ifade etmeyeceğini, makaledeki gibi ikili bir moleküler sistem için uydurma bir senaryo kurup, sonra da bunu milyarlarca kompleks sistem için genellemek gibi bir kurnazlığın geçerli olmadığını da bilmeleri gerekir.
Kompleks Sistemlerin Varlığı Moleküler Etkileşimlerle Açıklanamaz
Buraya kadar anlaşılacağı gibi, kompleks sistemlerin her biri diğerlerinden farklı yapılara, farklı mekanizma ve fonksiyonlara ve yine bütünüyle farklı yapı, sayı ve nitelikteki alt parçacıklara sahiptir. Ayrıca bunların her birinin komplekslik dereceleri de farklı farklıdır.
Göz, hücre, hücre organelleri, beyin, kulak, kanat, bakteri motoru, hücre zarı, sperm hücresi, yumurta hücresi, DNA, hücre çekirdeği, petek göz yapısı, vb. yapılar bu sayısız kompleks sistemin en bilinen örneklerinden birkaçıdır.
Örneğin canlı hücresini meydana getiren sayısız parçacıktan biri olan mitokondri, son derece kompleks bir sistem olan hücrenin parçası olduğu gibi aynı zamanda tek başına da ayrı bir kompleks sistemdir; bir molekül, ya da kimyasal madde değildir. Hücrenin enerji üretimini sağlayan bu organel olağanüstü komplekslikteki bir fabrika tasarımına sahiptir.
Dolayısıyla, böyle bir sistemin basit kimyasal reaksiyonlarla, moleküler etkileşimlerle, yavaş yavaş küçük rastlantısal eklenmelerle ortaya çıkması söz konusu değildir. Kimyasal reaksiyonların, moleküler etkileşimlerin sınırları bellidir. Bunların sonucunda ortaya çıkanlar da yine kimyasal maddeler, moleküllerdir. Oysa kompleks sistemlerdeki parçaların çoğu kusursuz bir plan ve düzen içerisinde yaratılmış kompleks yapılardır.
Bir benzetme yaparsak, bir molekülle bir mitokondri arasındaki fark, bir tuğlayla bir gökdelen arasındaki fark gibidir. Evrimcilerin sözkonusu makalede yapmak istedikleri de -aynı benzetmeyle tarif edersek- tuğlanın ortaya çıkışı için bir senaryo yazıp gökdelenin varlığını da aynı senaryoyla açıkladıklarını iddia etmekten başka bir şey değildir.
Kısaca bir molekül-reseptör ikilisinin varoluşu hakkında evrimci bir hikaye uydurup sonra da, “işte bakın gözün, kulağın, kolun, bacağın, hücrenin, sinir sisteminin, böbreğin, kısaca canlılardaki tüm yapıların oluşumunu da böylece açıkladık, evrimi de bu şekilde ispatladık” diye ortaya çıkmak yalnızca körü körüne ve cahilce Darwinizm”i destekleyenlerin inanacakları türden bir saptırmacadır.
Nitekim bir kısım yerli medyanın Science“da çıkan söz konusu moleküler evrim hikayesini manşetlere taşıması, “moleküler evrim ispatlandı” şeklinde başlıklar atması da bu dogmatik cehaletin çarpıcı bir örneğidir.
Evrimcilerin Asıl Açıklaması Gereken Konular
Evrimciler, teorilerinin temel açmazlarına açıklama getiremedikleri için, hile ve kurnazlık yolunu seçip canlılarda yaratılmış olan birbirinden farklı, kompleks biyolojik süreçler arasında zorlama evrimsel bağlantılar kurmaya çalışırlar. Oysa bu çabaların evrimi ispatlama açısından hiçbir değeri yoktur. Çünkü, herkesin bildiği gibi evrim teorisi, cansız maddelerden tesadüfler sonucunda canlı bir hücrenin ortaya çıktığını iddia etmektedir.
O halde bir kimsenin “evrim ispatlandı” diye ortaya çıkabilmesi için öncelikle o ilk canlı hücrenin nasıl kendi kendine, tesadüflerle, cansız doğada ortaya çıktığını açıklamış olması gereklidir. Ya da en azından o hücrenin herhangi bir organelinin veya hiç olmazsa o organeldeki protein moleküllerinden tek bir tanesinin nasıl olup da tesadüfler sonucunda, cansız doğada, doğru sayıda ve çeşitteki amino asitlerin doğru sıralamada ve doğru üç boyutlu biçimde ortaya çıktığını izah etmesi gerekir. Fakat bunun evrimciler açısından makul ve mantıklı bir izahı yoktur, çünkü böyle bir olayın gerçekleşmesi imkansızdır.
Matematiksel olarak, canlı hücresinde görev yapan 500 aminoasitlik bir protein molekülünün rastlantılarla ortaya çıkma ihtimali 10 üzeri 950″de 1 ihtimaldir. Bunun da matematiksel anlamı “0” ihtimal demektir.
Yani canlının tek bir hücresinin içindeki tek bir protein molekülünün bile cansız doğada rastlantılar sonucunda meydana gelebilmesi imkansızdır.
İşte sözde moleküler evrimi ispatlamaya çalışan bir evrimcinin ilk önce bu açmazlar hakkında bir açıklama getirmesi gerekir. Yoksa evrim çağrıştıran başlıklar atmak, evrimin iddialarını ispatlamak değil, hiçbir ispatı ve kanıtı olmayan evrimi her zamanki klasik propaganda ve psikolojik savaş yöntemleriyle ayakta tutmaya çabalamak anlamına gelir.
Evrimcilerin Darwin’e İtibar Kazandırma Çabaları Kendilerini Küçük Düşürmektedir
Evrim teorisi Darwin”e endeksli olduğundan evrim taraftarları Darwin ve Darwinizm kavramlarını gündemde tutabilmek uğruna belli klişeleri sürekli tekrarlamaya özen gösterirler. Darwin”in tezlerine atıfta bulunarak sözde yeni bulguların Darwin”i doğruladığı sloganını sürekli dile getirirler.
Evrime ve Darwinizm”e olan sadakatlerini bu şekilde tazelerler.
Aynı durum söz konusu makale için de geçerlidir. Makalede hayatın kompleks yapısının sözde Darwin”in tezlerine uygun olarak ortaya çıktığının ispatlandığı sık sık tekrar edilmektedir.
Çünkü ne de olsa evrim teorisi Darwin”in adı ve iddiaları üzerine kuruludur, bu nedenle Darwin”in itibarı zorla da olsa ayakta tutulmalıdır.
Oysa tezlerinin her biri bilim dünyası için birer utanç kaynağı olan Darwin”in hiçbir konuda itibarının olamayacağı çok açıktır.
Darwin, ne genetikten, ne moleküler biyolojiden ne de hücre biyolojisinden haberi olan, hücreyi içi su dolu bir baloncuk sanan, bugünkü ilkokul düzeyinden dahi çok daha düşük bir bilim ve kültür düzeyine sahip olan amatör bir doğa gezginiydi.
Ceylanların daha yüksek dallardaki yaprakları yiyebilmek için boyunlarını uzata uzata zürafalara dönüştüklerine, bozulmuş etlerin sinek ürettiklerine inanılan bir dönemin koyu cehaletini yaşıyordu.
Yaşam boyu kazanılan özelliklerin sonraki nesillere aktarılması ve bu yolla zaman içinde yeni türlerin ortaya çıkması gibi bilim dışı evrimci senaryolarını da bu cehalet ve bilimsel yoksunluk içinde uydurmuştu.
Darwin”in bu uydurmalarını 21. yüzyılda hala savunmaya kalkışan bazı Darwinist bilim adamları ve yayın organları da 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi, cehaleti ve bağnazlığını temsil eden Darwin”in durumuna düşmekten şiddetle sakınmalı ve tüm canlıları Allah”ın mükemmel yapılara sahip olarak yarattığı gerçeğini kabul etmelidirler.
“Bu, Allah”ın yaratmasıdır. Şu halde, O”nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler.” (Lokman Suresi, 11)
NOT: bu yazı aynı zamanda aşağıdaki haber ve yorumlara da cevabımızdır:
– Cumhuriyet Bilim Teknik 15 Nisan 2006 Evrimde iki büyük adım, Evrimde iki buluş
– Radikal 9 Nisan 2006 Evrimde yeni kanıt
– Güneş 9 Nisan 2006 Evrim teorisi ispatlandı mı?
Eser Dosyaları
http://harunyahya.org/tr/NetCevap/146777/Molekuler-Evrim-Senaryolarinin-Son-Cirpinisi