Virüsleri Putlaştıran Discover’ın Akıldışı İddiası
Eğer bir konuya dair gerçekler çok açıksa ama bir insan bu gerçeklere gözlerini kapamada bir o kadar ısrarcıysa, bu kişinin muhakemesinin bu çelişkiden payını alması kaçınılmaz olur. Bu durum özellikle, modern bilimin ortaya çıkardığı ve yaratılışı destekleyen gerçekleri ısrarla reddeden, üstelik bu bulgularla yaratılışı savunanların darbe aldığını iddia eden evrimciler için geçerlidir. Discover dergisinin Mart 2006 sayısında yayınlanan bir kapak yazısını bu durumun canlı bir örneğini oluşturduğu için burada inceliyoruz.
Charles Siebert tarafından hazırlanan “Akılsız Tasarım” başlıklı söz konusu yazıda, önceden bilinenlerden daha kompleks ve iri yapıda bir virüs bulgusu anlatılmaktadır. Söz konusu virüs, genom büyüklüğü açısından birkaç bakteriyi dahi geride bıraktığı ve diğer virüslerin yapısında bulunmayan birtakım genleri içerdiği için evrimci spekülasyonları ateşlemiştir. Siebert de yazısında bunun yaşamın kökenine dair evrimci senaryolara uygulamaları hakkında yorumlar ortaya koymaktadır. Siebert bu konuda vahim bir yanılgı da ortaya koymakta, bulguyu etrafımızda gözlemlediğimiz üstün tasarımın aslında herhangi bir plana dayalı olmadığı safsatasına destek sağlayan bir gelişme olarak yorumlamaktadır. Virüslerin yaşamın sözde bilinçsiz kökenlerinde önemli rol oynadığı iddiasındaki Siebert, ayrıca makalenin satır aralarında akıllı tasarım aleyhinde yorumlar da serpiştirmekte, doğadaki tasarımın üstün bir yaratılışın eseri olduğunu savunanların yanıldığını öne sürmektedir.
Siebert”in yanılgısının detaylarına geçmeden önce, evrimcilerin içinde bulunduğu muhakeme bozukluğunun ne denli ciddi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından, Discover dergisinin aynı sayısında yayınlanan editöryal yazıdaki bir kısma bakmak faydalı olur.
“Mimivirüs”ten mesaj” başlığını taşıyan yazının son bölümlerinde tesadüfleri ilah edinen evrimciler aynen şu ifadeye yer vermektedirler:
“Biz insanlar ve yeryüzündeki tüm yaşam, birisinin hayal edebileceği en akılsız varlıklardan, kendilerini kopyalamaktan başka hiçbirşey yapmayan genetik parçalardan evrimleştik. Biz hiç kimsenin büyük fikri değiliz; sadece sayısız biyokimyasal moronun şanslı [kopyalama] yanlışlarıyız. Evrim budur.”
Bu satırlarda “evrim budur” diyerek verilen tarif, evrimin bilim değil materyalist felsefenin beklentilerine göre kurgulanmış hayali bir hikaye olduğunun en somut bir göstergesidir. Allah”ın varlığını inkar etmiş toplumlar tarih boyunca tesadüfleri ilah edinmiş, taştan tahtadan oyma putlara tapmışlardır. Evrimciler ise şuursuz moleküllerin kendilerine yaşam verdiğini öne sürmekte, onları ilah edinmektedirler. Kısacası çağ değişmiş olsa da Discover“ın ve bu putperest kavimlerin yaşamın kökenine dair zihniyeti temelde aynıdır. Sadece tahtadan taştan oyulma putlar Discover sayfalarında kimlik değiştirip, “kendilerini kopyalayıp duran biyokimyasal moronlara” dönüşmüşlerdir.
Elbette, kendini kopyalayıp duran biyokimyasal moronlardan evrimleştiklerine inanmak, evrimcilerin kendi tercihleridir ama burada bilimle olan çelişkilerini de belirtmek gerekir. Yaratılış gerçeğini savunan bilim adamı Brad Harrub”ın da güzel bir şekilde vurguladığı gibi, türümüzün ismi, “Akıllı İnsan” anlamına gelen Homo sapiens”tir. “Akıllı İnsan”ın kökeninin “biyokimyasal moronlar” olduğunu savunmaları, evrimci düşüncenin bir safsatadan ibaret oluşunun son bir delilini oluşturmaktadır.
( Brad Harrub, Countering Biochemical Morons, http://www.apologeticspress.org/articles/2845 )
Mimivirüs bulgusu ve virüsleri yaşamın başlangıcına yerleştiren
evrimci senaryoların geçersizliği
Mimivirüs, bakteriyolog Bernard La Scola tarafından 2003 yılında keşfedilmiş dev bir virüstür. 1.2 milyon baz çifti uzunluğunda bir genoma sahiptir ve standart bir virüsten yaklaşık 10 kat daha büyüktür. İri kabul edilen ortalama bir virüs 300 kadar gene sahip olduğu halde, mimivirüs 1000″den fazla gene sahiptir ve bilinen en büyük virüs unvanını elinde tutmaktadır. Bir bakteriye benzediği için bu şekilde isimlendirilmiştir (İngilizce”de “mimic” kelimesi taklit etme anlamına gelmektedir). Bu virüs, diğerlerinin aksine, bünyesinde protein ifadesi, DNA onarım enzimleri ve diğer tip proteinleri kodlayan genlere sahiptir. Bu fonksiyonlar da genellikle daha kompleks yapıdaki organizmaların fonksiyonları olduğu için evrimciler mimivirüs”ü hayali evrimin bir basamağı olarak yorumlamaktan geri kalmamış, yaşamın hücresel başlangıcının öncesinde mimivirüsler gibi dev virüslerin rol oynamış olabileceğini iddia etmişlerdir. Siebert”in yazısında da Marseille”deki Yapısal Biyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü”nden biyoinformatik uzmanı Jean-Michel Claverie, mimivirüs”ün atalarının, bizim ve günümüzde yaşamakta olan tüm atalarımız zamanında yaşadığını, bir diğer deyişle virüsler ve bakteriler arasında geçiş formu olduğunu iddia etmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, virüs ve bakteriler arasında evrimsel bir bağ kurma iddiasındaki bu senaryo, hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Ne virüslerin ne de bakterilerin sözde evrimsel kökenleri gösterilebilmiş değildir.
Örneğin Türkiye”nin evrim konusunda otorite sayılan bilim adamlarından Prof. Ali Demirsoy virüslerin kökeni ile ilgili öne sürülen iddiaları “bilimden çok kurgu” nitelemesiyle ele almakta ve bunların geçersizliğinden şöyle söz etmektedir:
“Eldeki birikmiş bilgiler virüslerin kökeni ve bugüne kadar gelişimi konusunda bilgi vermekten çok uzaktır. Aynı zamanda birbirinden oldukça farklı üç fiziki evrende bulunabilmesi ve hiçbir evrenin bir virüsün tümü hakkında doyurucu tanımını vermemesi yorumu daha da güçleştirmektedir, özünde aşağıda belirteceğimiz yorumlar bilimsel temellerden ziyade kurguya dayanmaktadır.
Virüslerin kökeni bir zamanlar hücreli organizmalardı. Diğer hücrelerde parazit hale geçen bu canlılar zamanla tüm organellerini yitirmiştir.
Virüslerin kökeni bir zamanlar serbest yaşayan bir ilkin (pre) hücreli idi. Daha sonra hücreli organizmaların ortaya çıkmasıyla, bu ilkin formlar onların içerisinde parazit yaşamaya başladılar.
Virüsler ne ilkin hücreli canlılardan ne de hücreli canlılardan türemiştir. Diğer organizmaların kalıtsal materyalinden kopan parçalardan meydana gelmiştir.
İlk kuram, mikrobiyologlar tarafından uzun zaman tutulmasına karşın, bugün en az olasılıkla bakılmaktadır. Çünkü her iki grup arasında o denli büyük farklar vardır ki birinin diğerine köken olduğu varsayılamamaktadır. İkinci kuram biraz daha çekici görünmesine karşın, yine yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı kabulü olanaksız görülmektedir. Her iki halde de organizmalar ve virüsler arasında herhangi bir geçit form bulunamamıştır. “. ( Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s. 73)
Virüslerin kökeni konusunda çıkmazda olan evrimciler, bakterilerin kökeni konusunda daha da zor durumdadırlar.
New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, sadece basit bir bakteride bulunan 2000 çeşit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimalini hesaplamıştır. Elde edilen rakam, 10^40.000″de 1 ihtimaldir (Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, New York, Summit Books, 1986, s.127)
Bu sayı, 1 rakamının yanına 40 bin tane sıfır gelmesiyle oluşan akıl almaz bir sayıdır. Cardiff Üniversitesi”nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe bu sayı karşısında şu yorumu yapar:
Bu sayı (10^40.000) Darwin”i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir başkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın doğabileceği) bir ilkel çorba olmamıştır ve yaşamın başlangıcı rastlantısal olarak gerçekleşemeyeceğine göre, amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır. (Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York, Simon & Schuster, 1984, s. 148)
Evrimcilerin büyük çelişkisi:
Hücreye bağımlı virüsleri, hücrenin öncülü gibi gösterme yanılgısı
Görüldüğü gibi virüslerin çoğalması için eksiksiz mekanizmalara sahip canlı hücrelerin varlığı şarttır. Dolayısıyla virüsler, bazı evrimcilerin iddia ettiğinin aksine, yaşam formları için hayali bir ara aşama olarak kabul edilemezler. Yaşam, virüslerden hücreye gittiği iddia edilen evrimsel yolla başlamış olamaz. Çünkü canlı hücre bulunmayan bir dünyada virüslerin üremesi de mümkün olmayacaktır. Bu evrimci bilim adamlarının da kabullenmek zorunda kaldıkları açık bir gerçektir. Canlı olmayan virüsler arasında herhangi bir “yaşam savaşı” da söz konusu olmayacağından bunlar üzerinde doğal seleksiyonun da etkili olmayacağı, dolayısıyla virüslerin canlı hücrelerin evrimsel öncülleri oldukları iddiasının Darwinci evrim modeliyle bütünüyle çeliştiği açıktır.
Nitekim, Discover dergisindeki yorumlarında, Paris-Sud Üniversitesi”nde moleküler biyolog olan evrimci Patrick Forterre de bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır. “Metabolizmanın farklı tepkiyenlerinin veya farklı mekanizmaların birbirleriyle etkileşime girmeleri ve bir tür Darwinci evrimden geçmeleri için kapalı bir sisteme ihtiyaç duyarsınız. Bireylere ihtiyacınız vardır” diyen Forterre sözlerini “Bir virüsü elde tutmak için bile bir hücreye ihtiyacınız vardır” diyerek tamamlamakta, hücre olmaksızın virüslerin evriminden teori düzeyinde dahi bahsedilemeyeceğini de açığa vurmuş olmaktadır.[*] (Patrick Forterre [a molecular biologist at the University of Paris-Sud] in Charles Siebert, Unintelligent Design, Discover Vol. 27 No. 03, March 2006)
Görüldüğü gibi evrimciler, bilime tümüyle aykırı senaryoları sadece teorilerine olan körükörü bağlılıkları yüzünden doğru kabul etmekte, dogmatik bir hareket tarzı sergilemektedirler. Bilim, virüslerin hücrelerin bulunmadığı bir ortamda kopyalanamayacaklarını ortaya koyduğu, tüm bilimsel gözlemler bu yönde olduğu halde evrimciler bunu gözardı edip gerçeklere tamamen aykırı senaryolar geliştirip bunlarda ısrar etmektedirler.
Evrimci biyolog Thedosius Dobzhansky, bu ısrarın kökenindeki dinsel bakış açısını şu sözlerle özetler:
Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır, o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte, evrim budur. (Theodosius Dobzhansky quoting Teilhard de Chardin in: Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s. 15 )
Mimivirüs, komplekslik artışıyla evrimcileri zor duruma sokmuştur
Evrimciler her ne kadar mimivirüsün çok sayıda gene sahip olmasını teorileri lehinde bir bulguymuş gibi çarpıtmaya çalışsalar da, gerçek tüm çıplaklığıyla ortada durmaktadır: Tek bir genin dahi varsayılan rastlantısal kökenini açıklayamayan evrimciler, şimdi bu virüste bulunan “1000”i aşkın” genin nasıl ortaya çıktığını açıklama durumundadırlar.
Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury, ortalama büyüklükteki bir proteini kodlayan bir gendeki özel nükleotid diziliminin tesadüfen ortaya çıkmasının imkansızlığını şu sözlerle ifade eder:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 4^1000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir. (Frank B. Salisbury, “Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution”, American Biology Teacher, Eylül 1971, s. 336)
Dolayısıyla mimivirüs”ün 1000″i aşkın geninin tesadüfen nasıl ortaya çıkmış olabileceği sorusu, Salisbury”nin sözlerine göre aklın sınırlarını 1000 kez aşan bir imkansızlıkla karşı karşıyadır. Bir diğer deyişle, böyle bir evrim hiç yaşanmamıştır.
Sonuç:
Mimivirüs, özgün yapıdaki genleri ve yüklü miktardaki genomuyla yeni bir araştırma sahası açan bulgulardan birisidir. Bu bulgu, yaşamın kompleksliğinin her zaman tahmin edilenden daha fazla olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bu virus tipini, sadece bilinen tiplerle bakteriler arasında genom kapasitesine sahip olduğu için “kayıp halka” olarak yorumlamak ise, hayali bir spekülasyon olmaktan öteye geçmemektedir.
Hele hele bu bulguyu, insanların “kendilerini kopyalamaktan başka birşey yapmayan biyokimyasal moronlardan evrimleştiği” iddiasına dayanak yapmaya çalışmak ise bütünüyle gerçekdışı bir iddiadır. Şuursuz moleküllerden ibaret virüslerin rastlantısal olarak bir araya gelip, en büyük kentlerden daha kompleks bir sistem sergileyen bir hücreye dönüştüreceğini, sonra da leylak, papağan, penguen, leopar, semender, solucan gibi milyonlarca tür canlıyı ortaya çıkarabileceğini, daha da hayret verici bir şekilde virüsleri araştıran bilim adamlarına dönüşebileceğini varsayan evrimci iddia, tümüyle “akıldışı”dır. İnsanoğlunun aya gittiği, milimetrenin binde biri ölçekte teknolojiler geliştirebildiği bu çağda, Discover”ın putperest “biyokimyasal moronlar” düşüncesine sarılması, “bilim dergisi” unvanıyla bağdaşmamaktadır.
iscover kadrosu ya bu bilimdışı düşünceyi ya da bilim dergisi unvanını terk etmeli, ikisini bir arada sürdüremeyeceklerini görmelidir. İnsanlara biyokimyasal moronlardan evrimleştiklerini telkin eden bu bilimdışı propagandaya son vermelerini önemle tavsiye ediyoruz. İnsan, şuursuz moleküllerin kopyalama yanlışlarıyla değil, Yüce Allah”ın kusursuz yaratmasıyla varolmuş bir varlıktır. Modern bilimin de doğruladığı bu gerçek, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
“O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayetleri birer birer açıkladık.” Enam Suresi, 98
[*] Forterre, böyle hayali bir evrimin, hayali RNA Dünyası döneminde gerçekleşmiş olabileceğine inandığını belirtmektedir. Oysa RNA Dünyası tezi de kesin bilimsel açmazlarla kuşatılmış, hayal gücüne dayalı ve zorlama bir iddiadır. Bu tezin geçersizliği hakkında geniş bilgi için bkz. “RNA Dünyası” Tezinin Geçersizliği
Eser Dosyaları
http://harunyahya.org/tr/NetCevap/146784/Virusleri-putlastiran-Discoverin-akildisi-iddiasi